“Sözcükler öyle güçlüdür ki tutku ve azimle telaffuz edildiklerinde doğanın düzenini altüst edebilir, depremlere, fırtınalara, kasırgalara neden olabilirler.”
(Francis Barrett, The Magus)
İngiliz okültist Barrrett’in
de söylediği gibi sözcük deyip geçmemek gerekiyor. Sözcükler sadece kendisini oluşturan
harflerden ya da sahip olduğu anlamlardan ibaret değildir. Harflerin tınısı,
titreşim enerjisi ve birbiriyle uyumu, anlamı/anlamları ve sözcüğü söyleyenin
sesi/tonlaması bir araya gelerek sözcüğe asıl manasını kazandırır. Yani aslında sadece
söylenen söz değil, sözün nasıl söylendiği de oldukça önemlidir. Dolayısıyla sözcüğe
sihir kazandırıp onu tılsımlı hale getiren de sözün özündeki titreşim ve mana
ile söyleyenin sesindeki tutku ve enerjidir.
Sihirli ya da
tılsımlı sözler denildiğinde çoğu kişinin aklına gelen ilk söz belki de “abrakadabra”dır.
Bu sözün, antik bir dil olan ve Hz. İsa’nın konuştuğu dil olduğu söylenen
Aramice olduğu düşünülür. Abrakadabra, Aramice’de “söylediğim gibi yaratacağım”
ya da “konuşurken var ediyorum” (benim favorim budur=)) gibi anlamlara gelir. Hastalıklara
karşı koruyucu ya da iyileştirici bir gücü olduğu düşünüldüğünden eski
dönemlerde (örn., İ.Ö. 3. yüzyılda tarihlenen bir kitapta ve M.S. 2. yüzyılda
yazılan bir şiirde geçtiği bilinir) içinde abrakadabra yazılı muskalar, hastalar
tarafından kullanılmıştır.
![]() |
Abrakadabra üçgeninin Aramice yazımı |
![]() |
Abrakadabra üçgeni |
Abrakadabra sözcüğü üçgen şeklinde yazıldığında hastadaki rahatsızlık ruhunun (enerjisinin) yok edilebileceği düşünülmüştür. Üçgen şeklinin güç, kudret, dayanıklılık gibi eril ve tepe noktası aşağıda olan şekilde (yukarıdaki görseller gibi) konumlandırıldığında bereket, doğum, yaratıcılık gibi dişil enerjiyi bir arada barındırdığı göz önünde bulundurulduğunda kelimenin bu şekilde yazılmasıyla iyileştirici gücünün artırılacağına inanılmasının sebebi açıklanabilir.
Abrakadabra sözcüğünün
ters üçgen şeklinde yazılmasıyla hastalıklara şifa olabileceği inanışı,
sözcüklerin taşıdığı mana ve söylenişi kadar yazılışının da önemli olduğunu
gözler önüne sermektedir. Bu noktada tılsımlı sözcük kategorisinde değerlendirilebilecek
palindrom ve tarihteki ilk palindrom olan “sator karesi”nden bahsetmek gerekir.
Palindrom, düz ve ters okunuşu aynı olan kelime, cümle, sayı ve notaları ifade
etmek için kullanılan ve Antik Yunan’dan beri var olan bir terimdir. Zira terimin
sözcük anlamı da “ters giden, geri geri koşan kişi” dir. Örneğin 121, küçük,
kazak ve “traş adama şart” şeklindeki
örnekler, palindroma örnek olarak gösterilebilir. Sator karesi ise tarihte
bilinen ilk palindrom örneği olarak kabul edilir.
![]() |
Roma Sator Karesi, tarihte bilinen ilk palindrom örneği olup Pompeii kalıntılarında bulunmuştur. |
Harflerin palindrom
oluşturacak şekilde tekrarlanmasıyla meydana getirilmiş olan sator karesinin
tılsımlı olduğu düşünülmektedir. Söz konusu karenin tam ortasına denk gelen “tenet”
kelimesinin, dikey ve yatay eksen boyunca kesişerek haç işareti oluşturduğu da
iddialar arasındadır. Hatta Christopher Nolan’nın Tenet isimli filmine de ilham
kaynağı olan sator karesidir. Zira
filmde sator karesinin içindeki kelimeler, filmdeki bazı karakterlerin ismi
olarak kullanılırken filmin ismi de zaten sator karesinin merkezindeki
tenettir.
![]() |
Christopher Nolan'ın Sator Karesi'nden esintiler taşıyan Tenet filminin afişi |
Sator karesini oluşturan
ve palindrom biçiminde yazılmış olan Latince kelimelerin anlamsal karşılıklarına
bakıldığında “çiftçi Arepo Dünya’nın dönüşünü sağlıyor.”, “çitfçi Arepo
çarkları gayretle tutuyor.”, “çiftçi Arepo tekerlerin dönmesini sağlıyor.”, “çiftçi
Arepo sabanı güçlükle tutar.” vb. alternatif çeviriler karşımıza çıkıyor. Çiftçi ya da ekici Arepo (tohum atan) ile Tanrı’nın
simgelendiği ve tekerlerin dönmesi ile tanrının kendi yarattıklarını (yapıtını)
koruduğu ve kolladığı şeklinde yorumlar da mevcuttur. Sator karesinin de
tılsımlı olduğu düşünülmüş ve kötü varlıklardan koruyucu gücüne inanıldığından
evlerde nazarlık gibi kullanılmıştır.
Sözcüklerin
tılsımı konusunda Japon kültürüne has “kotodama” inanışından da bahsetmek
gerekir. “Sözcük cini” anlamına gelen kotodama, sözcüklerde mistik güçlerin yer
aldığını ve bu nedenle sözcükler ile bedeni, zihni ve ruhu etkileyebileceğimizi
ifade eder. Belki de bu inanıştan etkilenmiş olsa gerek, Japon yazar ve
girişimci Masaru Emoto, suya kötü sözler söylediğinde suda çirkin kristaller
oluştuğunu, güzel sözler söylediğinde ise güzel kristaller oluştuğunu iddia
etmiştir. Tüm bu iddialarını topladığı Sudan Mesajlar isimli kitap serisini
çıkarmış ve bu seri oldukça satmıştır. Her ne kadar Emoto’nun iddialarının
bilimsel dayanağı olmayıp yapılan deneyler sonucunda tüm bu iddialar çürütülmüş
olsa da yine Emoto’nun pazarladığı, güzel sözler söylenmiş (okunmuş sular
misali=)) ve bu nedenle güzel kristaller barındıran sular şişelenip satışa
sunulmuş ve milyonlarca kişi bu suları satın almıştır.
Mana, ses, söyleniş biçimi, harflerin titreşimi, yazım biçimi… Tüm bunlar, bir söze tılsımlı olma özelliği kazandırabilir. Tüm bunlarla birlikte bana göre sözü tılsımlı hale getiren en önemli unsur ise inançtır. Emoto’nun iltifat edilmiş sularını sattıran, abrakadabra’yı belki de dünyanın en büyülü sözlerinden biri haline getiren, sator karesini kötülüklerden korusun diye evin duvarlarına astıran şey inançtır. İnanmadığımız bir sözden etkilenmeyiz. İnandığımız zaman ise söz, asıl gücünü ve tılsımını kazanmış olur, ama yürekten inanıyorsak. Barrett’in cümlesinde geçen “sözü tutku ve azimle telaffuz etmek” eylemi işte tam olarak budur. Tutkuyla/inançla söylenen her söz, havada hareket ettirici bir güç oluşturur. Bu noktada yazıyı Edgar Allan Poe’nun Sözcüklerin Gücü (1845) isimli kısa hikâyesinde geçen şu cümleyle sonlandırmak isterim. Hikâyedeki Agathos şöyle der:
“…bu vahşi
gezegeni birkaç tutkulu sözcükle yaratalı üç yüz yıl oluyor…”