27 Ekim 2025 Pazartesi

Akademik Meseleler: Fildişi Kuleler ve Akademisyen


“Bu bulguların pratik faydası nedir?”

“Bu bulguların ‘pratisyenlere’ (yani uygulayıcılara) katkısı nedir?”

“Bu bilgi/bulgu kimin ne işine yarayacak?”

Yukarıdaki sorular veya bunlara benzer diğer sorular, akademik bir dergiye değerlendirilmek üzere gönderilen ve “pratik faydası” yeterince tartışılmamış bir çalışmanın yazarına, hakemler tarafından gelebilecek olası sorulardır. Bu sorularla karşılaşan yazar, akademik çalışmasından elde ettiği bulgularla uygulayıcılara yol gösterici olabilecek öneriler sıralamaya çalışır. Yazar bir sosyal bilimciyse bu noktada işi çok da kolay olmayabilir. Zira sosyal bilimler alanında yazılmış bir makale çalışmasından elde edilen bulgular çoğunlukla soyut yani düşünsel düzeydedir. Sosyal bilimcinin, üzerinde belki de yıllarını harcayarak geliştirdiği bir teorinin toplumsal fayda sağlayıp sağlamayacağı belirsizdir ya da toplumsal etkisi gecikmelidir. Yani geliştirilen bir teorinin etkisini ölçmek için “uzunca bir süre” boylamsal çalışmalar yapılması gerekir. Dolayısıyla bir mühendislik ya da tıp bilimleri alanında yazılmış bir makale çalışmasının sağlayabileceği somut faydayı sunmak, sosyal bilimci için kolay değildir. Örneğin bir mühendislik makalesinden elde edilen bulgularla daha sağlam bir köprü inşa edilip bir tıp makalesinden elde edilen bulgularla bir hastalığın tedavisine yönelik ilaçlar geliştirilerek insan hayatına somut fayda sağlanabilir. Sosyal bilimlerin ise doğası gereği soyut, uzun vadeli ve dolaylı sonuçlar üretmesi, sosyal bilimcinin kendine şu soruyu sormasına sebep olabilir:

“Bunca emeğim ne işe yarıyor?”

“Bu çalışmamla kimin hayatına nasıl dokunacağım?”

Aslında bu tür sorular, yazının başında örneklerini verdiğim hakem sorularının yazarın iç sesine yansımış hâlidir. Yayın yapmış olmak için yapmak, puan toplamak, akademik teşvik almak, “bir an önce” bir şeyler olmak (örn. doçent, prof. vb.) gibi amaçları olan akademisyenlerin bu türden soruları “hakem sormadıkça” akıllarına bile getirmediklerini, dolayısıyla bu türden sorularla pek ilgilenmediklerini söyleyebiliriz. Aslında bu yazımda ben de ne o türden akademisyenlerle ne de bu gibi amaçlarının sebepleriyle (örn. sistem dayatması, yayın baskısı, kişilik özellikleri vb.) ilgileniyorum. Benim bu yazımda kısaca ele almaya çalıştığım, tam olarak bu tür sorularla dertlenip “varoluşsal bir boşluk hissine” kadar sürüklenebilen akademisyenler ve o akademisyenlerin psikolojik durumları.

Bilimsel çalışmalarıyla toplumsal fayda sağlayamadığını/sağlayamayacağını düşünüp kaygılanan bir akademisyenin bu kaygısının arka planında “anlam arayışı” yatıyor olabilir. Çünkü insan psikolojisinin en önemli motivasyonlarından biri, hayatta bir anlam bulma isteğidir. Hayatı mesleğiyle anlam kazanmış, mesleğiyle var olmuş ya da hayattaki anlamını mesleğiyle özdeşleştirmiş bir akademisyenin bu türden bir kaygıya düşmesi son derece muhtemeldir. Zira bilimsel üretimini “toplumsal fayda ya da somut fayda sağlamıyor” diye anlamsız bulması, hayatını da anlamsız bulmasına sebep olabilir. Bu anlamsızlık hissi, akademisyenin imposter sendromu yaşamasını da beraberinde getirebilir. Imposter sendromu, bir akademisyenin kendi akademik zümresinde (akademik üretimle ilgilenen, akademik değerlendirme yapan ve/veya değerlendirme kurallarını belirleyen akademisyen topluluğu) başarılı sayılsa bile “gerçek dünyada işe yarar” olmadığını düşünerek kendini bir sahtekârmış gibi hissetmesi olarak ifade edilebilir.

Akademisyenin imposter sendromu yaşayıp aslında başarılı olmadığını düşünerek kendini bir sahtekârmış gibi hissetmesi, farklı unsurlarca daha da körüklenebilir. Örneğin akademisyenin toplumdan aldığı eleştiriler, imposter sendromunun sebep olduğu “sahtekârlık” ya da “yetersizlik düşüncesinden doğan anlamsızlık” hissini şiddetlendirebilir. Toplum, akademisyenin gerçek hayattan kopuk, soyutlanmış ve entelektüel bir dünyada yaşadığını düşünüp “Fildişi kulelerde yaşıyorsunuz,” diyerek akademisyeni eleştirebilir (hatta edebiyatta da bu durum, kendini toplumdan soyutlayıp kendi estetik dünyalarında mutlu olan ve sadece sanat için sanat yapan yazarları ifade etmek için “fildişi kule edebiyatı” olarak ifade edilir). Toplumdan gelen “fildişi kule” eleştirisi, akademisyenin bilimsel üretimiyle örmüş olduğu “ayrıcalıklı bilgi duvarının” bir sonucudur. Zira akademisyenin bilimsel üretimi (makaleleri, projeleri, tezleri, kitapları vb.), akademik zümrenin değerlendirmesine tabiidir. Dolayısıyla bilimsel üretim dili son derece soyut, teknik, jargon dolu ve teoriktir. Tüm bunlar, bilimsel üretimin başarılı olarak değerlendirilebilmesi için akademik zümre tarafından şart koşulur. Öte yandan atıf sayısı, saygın dergilerde yayın yapmak vb. diğer koşulların da akademik zümre tarafından dayatılması, akademisyenin (belki) istemeden de olsa toplumla arasına ördüğü ayrıcalıklı bilgi duvarının üzerine sıva olur ve bu duvarı sağlamlaştırır. Bu sebeple akademisyen, bilimsel üretimini aslında toplum için değil, akademik zümre için yapmış olur. Böylece akademik zümre, onun için bir fildişi kuleye dönüşür.



Fildişi kuleye hapsolmuş hisseden veya fildişi kulesinde mutlu olan bir akademisyenin bilimsel üretim dili sadece soyut, teknik ve jargon dolu değil, aynı zamanda ve çoğunlukla edilgendir. Akademisyen çoğu zaman akademik zümre tarafından kendi bilimsel üretimi içinde kendinden “üçüncü şahıs olarak bahsetmek” mecburiyetinde bırakılır. Bu durum (metnin anlaşılırlığını düşürmesi bakımından) akademisyenin sadece toplumla arasına duvar örerek toplumdan uzaklaşmasına değil, kendine de yabancılaşmasına yol açabilir. Kendinden yabancılaşma hissi akademisyenin, çalışmasının toplumsal faydaya dönüşmemesini içsel sebeplere bağlayarak kendini suçlamasına yol açabilir. Akademisyenin “yeterince iyi bir konu seçemedim,” “yeterli bir araştırmacı değilim” gibi içsel atıfları, kendinden yabancılaşma hissiyle birleşerek önemli motivasyon kayıplarına ve imposter sendromuna yol açabilir.

Medyanın (örn. sosyal medya ve ana akım medya) gerçeklikten ya da halktan kopuk açıklamalar yapan ve fildişi kulesinde mutlu mesut yaşayan bir akademisyen üzerinden yola çıkıp tüm akademisyenlere yönelik aşırı genelleme yapması ya da buna vesile olması da kendini yetersiz hisseden bir akademisyenin imposter sendromunu tetikleyebilir. Öte yandan bir akademisyen, medyada kendi alanında daha popüler olan, araştırmalarıyla doğrudan bir politikaya yön verebilen diğer akademisyenlerle veya özel sektörde daha görünür veya pratik işler yapan profesyoneller ve girişimcilerle  kendini karşılaştırması (sosyal karşılaştırma) sonucunda da bir yetersizlik hissine kapılıp yine imposter sendromu yaşayabilir.

Yukarıda yazdıklarım, bir sosyal bilimci olarak bir süredir üzerinde düşündüğüm ve kendimce tartıştığım “içsel konuşmalarımın” yazıya geçmiş hâlidir. Alan editörlüğünü yaptığım bir makale çalışmasına gelen hakem yorumunu okurken bu düşüncelerim tetiklendi ve yazıya dönüştü. Hakem, “Bulgularınızın pratik faydasını ifade etmemişsiniz. Çalışmanızın pratik faydasını tartışmanız gerekiyor,” diye belirtmişti değerlendirme raporunda. Yazıma sorularla başlamıştım, sorularla bitirmek isterim:

Aslında bilimsel çalışmalara toplumsal faydayı tartışma bölümü eklemek de akademik zümre tarafından dayatılan bir “formattan” ibaret değil mi? Yani hakem ya da yazar “gerçekten” de toplumsal faydayı gözeterek mi o çalışmayı yapıyor/değerlendiriyor?

Akademisyeni hem toplumla arasına ayrıcalıklı bilgi duvarı örmeye zorlayıp hem de ondan toplumsal fayda sağlamasını beklemek de bir çelişki değil mi?

Her bilim dalının kendine özgü özellikleri olduğunu düşündüğümüzde “pozitivist bilimlerin formatını sosyal bilimlere kopyalayıp” sosyal bilimciden kısa süreli ve somut toplumsal fayda sağlamasını beklemek ne kadar doğru? (bu sorum hem topluma hem de akademik zümreye)

Son olarak fildişi kulelerinde mutlu olan veya toplumsal fayda/somut fayda sağlayamadığını düşündüğü için imposter sendromu yaşayan meslektaşlarıma sorularım:

Bilimsel üretimi toplum için mi yoksa bilim (akademik zümre) için mi yapıyorsunuz? Yoksa sadece kendiniz için mi?

Fildişi kulesine hapsolmuş hissedip imposter sendromu yaşayanlardan mısınız yoksa fildişi kulesinde mutlu olanlardan mı?

Yorum ve görüşlerinizi bekliyorum=)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Akademik Meseleler: Fildişi Kuleler ve Akademisyen

“Bu bulguların pratik faydası nedir?” “Bu bulguların ‘pratisyenlere’ (yani uygulayıcılara) katkısı nedir?” “Bu bilgi/bulgu kimin ne iş...