Beş yıldır yurt içi akademik bir dergide alan editörlüğü yapıyorum. Alan editörü olarak belki de en zorlandığım konulardan biri, değerlendirme aşamasına gelmiş bir makale çalışmasına uygun bir hakem bulmak. Ondan da zoru, bu çalışmaya uygun ikinci bir hakemi bulmak. Zira makale çalışmalarını genelde minimum iki hakemin değerlendirmesi gerekir (bu durum dergiye ya da makale sürecine göre değişebilir, bu sayı bazen üçe de çıkabilir). Öte yandan hakemlik görevi Türkiye’deki çoğu bilimsel dergide “herhangi bir ücret karşılığı yapılmayan” yani “tamamıyla gönüllülük” esasıyla yapılan akademik bir faaliyettir. İşte bu noktada “gönüllü hakemler” bulmak, çoğu alan editörünün en çok zorlandığı görevlerin başında gelir.
Geçenlerde üzerine atadığım “12. hakemden” de “değerlendirme
yapamayacağım” bildirimi aldığım makale çalışmasının yazarından, çalışmasının
değerlendirme süreci hakkında bilgi almak istediğini belirttiği bir mesaj
aldım. Yazar, dördüncü kez bilgi almak istiyordu, ben de dördüncü kez
değerlendirme süreci hakkında gayet şeffaf bir şekilde kendisine bilgi verdim.
Söz konusu çalışma yaklaşık dokuz aydır değerlendirilmeyi bekliyordu. Fakat ne
yazık ki çalışmayı değerlendirmek üzere atanan 12 hakemden sadece biri değerlendirme
yapmayı kabul etmiş ve değerlendirmesini tamamlamıştı. Dolayısıyla bir hakeme
daha ihtiyaç vardı. Genelde bana gelen çalışmalara atadığım hakemler
değerlendirme yapmayı kısa sürede kabul eder, çalışmaların süreci bu sebeple
çok da uzamazdı. Bu yüzden arka arkaya bu kadar sayıda hakemin değerlendirme
yapmayı kabul etmemesi benim de canımı sıkmıştı. Bu yüzden hem yazarı daha
fazla bekletmemek hem de bu bir türlü bitmek bilmeyen süreci bir an önce
sonlandırmak için normal şartlarda pek tercih etmesem de son çare olarak, tanıdığım
bir hocaya hakemlik yapıp yapamayacağını sordum. Hoca neyse ki hakemlik yapmayı
kabul etti de rahat bir nefes aldım.
Akademik alanımla ilgili akademisyenler ve araştırmacılardan
oluşan yaklaşık 500 kişilik bir WhatsApp grubunda bir hocanın bu konuya benzer
bir serzenişiyle karşılaşınca bu blog yazısını yazmak istedim. Hoca 2025 Mayıs
ayında gönderdiği bir makale çalışmasının, “hakem olarak atanan hocaların
hakemlik yapmayı reddetmesi dolayısıyla çalışmayı değerlendirecek uygun hakem
bulunamaması sebebiyle” kendisine iade edilmesinden duyduğu şaşkınlıktan
bahsediyordu. Akademik bir derginin hakem bulamamasının olağan olup olmamasını
sorguluyordu. Tam da yukarıda bahsettiğim değerlendirme sürecine çok benzer bir
örnek olduğu için artık bu yazıyı yazmam gerektiğini düşündüm.
Öncelikle bu örnekte, derginin “uygun hakem bulunamaması
sebebiyle” çalışmayı iade etmesi tartışılabilir. Zira bu durum derginin imajını
ve itibarını zedeleyebilir. Ben de tam bu sebepten yukarıda bahsettiğim
çalışmayı yazara iade etmedim (aklımdan geçmedi değil tabii=)). Aslında yazarın
da böyle bir talebi olmadı. Bir ara, “Bu yazarın yerinde olsaydım çalışmayı
geri çeker miydim?” diye düşünmedim değil. Ya da “Çalışmayı neden geri çekmiyor
ki?” diye de düşünmüş olabilirim=) Tam da bu noktada aklıma “batık maliyet
etkisi” geldi. Batık maliyet etkisi kısaca para, emek ve/veya zaman
harcadığımız bir işe devam etme eğilimimizin yüksek olduğunu belirten
psikolojik bir ön yargı. Yazar akademik çalışması için harcadığı entelektüel
emeğinin yanında tıpkı dokuz aydır içinde bebeğini büyüten bir annenin
harcadığı zaman gibi dokuz aydır çalışmasının değerlendirilmesini bekliyordu.
Yani kayda değer bir zaman harcamıştı. Tüm bunlar, onun maliyetiydi. Bu
maliyeti batırmak istemezdi. Neden istesindi ki? Demek ki yazar batık maliyet
etkisi altındaydı. “Herkesin batık maliyeti kendine…” diyerek bu durumu çok
fazla irdelememeye karar verdim. Çünkü burada asıl sorun yazarda değil,
hakemdeydi. Ya da uygun hakem bulunamamasındaydı. O zaman gelelim hakemlere…
Beş yıllık alan editörlüğü deneyimim sonucunda hakem olarak
atadığım hocalardan aldığım ya da alamadığım geri dönüşler neticesinde
potansiyel hakemleri şu gruplara ayırdım (burada “potansiyel hakem” ifadesini
kullanmamın sebebi tahmin edebileceğiniz üzere bu hocaların hakem olarak
atanmalarına rağmen çeşitli gerekçelerle hakemlik yapmayı reddetmeleri veya
gerekçesiz bir şekilde hakemlik yapmamalarıdır):
Çok yoğunumcular ya da zamanım yokçular: Bu gruptakiler sanırım dünyayı
kurtarmakla meşguller çünkü genellikle sanki kendi yoğunlukları (akademik
çalışmaları) da hakemlik sürecine girmeyecekmişçesine “çok yoğun olduğum
için…”, “akademik yoğunluğumdan dolayı…”, “yoğun iş yüküm sebebiyle….” gibi
gerekçelerde hakemlik yapmayı reddederler. Öte yandan bu gruba dâhil olan mikro
bir grup vardır ki bu gruptaki hocaları gerçekten çok severim. Bu hocalar da
yoğun olduklarını belirtirler ancak “belli bir tarihten sonra değerlendirme
yapabileceğini” ifade ederek alan editörlerinin gönlünde taht kurarlar. Fakat
ne yazık ki bu hocalar nadirdir, bir elin parmaklarını geçmeyecek denli az
sayıdadır.
Yurt dışındayımcılar: Bu gruptakiler “yurt dışında olduğumdan değerlendirme
yapamayacağım” gibi gülünç bir sebeple değerlendirme yapmayı reddederler.
“Acaba yurt dışında internet yok mu?”, “Ee, o zaman bu bildirimi nasıl gönderdi
ki?”, “Yurt dışında hakemlik yapmak yasak mı?” gibi türlü türlü soruları
sordururlar. Madem yurt dışındasın, “o zaman so what?” demek gelir insanın
içinden, ama sadece içinden tabii, yani iç ses olarak=)
İlgi alanım değilciler ya da uzmanlık alanım değilciler: Bu gruptakiler genellikle “çalışma
konusu ilgi alanım değil”, “bu konuda bilgim yok” gibi gerekçelerle
değerlendirme yapmayı reddederler. Burada okuyucunun aklına doğal olarak şu
soru gelebilir: “Ee, alan editörü olarak ilgili çalışma konusuna hâkim ya da konuya
ilişkin deneyimi olan (aynı ya da benzer konuda çalışma yapmış) hocalara
göndermiyor musun çalışmaları?” Evet, tam olarak öyle hocalara gönderiyorum
tabii ki. Zaten bu gruptaki sorun da tam olarak bu. İlgili hocanın aynı ya da
çok benzer bir konuda çalışması olmasına rağmen “bu konu çalışma alanım değil”
ya da “bu konu ilgi/bilgi alanım değil” diyerek değerlendirme yapmayı
reddetmesi! “Ee, o zaman o çalışmayı kim yaptı?” ya da “O çalışmada ismin neden
yazıyor?” diye sormazlar mı? Sorarlar tabii. Ben de soruyorum: O çalışmayı sen
yapmadın mı? Hayaletin mi yaptı?
Hayalet demişken gelelim en sorunlu gruba. O da;
Hayaletler (ya da sosyal medya diliyle tabiri caizse “ghostingciler”):
Bu grup alan editörü
olarak en sevmediğim gruptur. Bunun iki sebebi var: Birincisi, bu gruptakilerin
“herhangi bir geri dönüş/bildirim yapmamaları”. Neden bildirim yapmadıklarını
sorgulamıyorum zira bunun türlü sebepleri olabilir. Hakem olarak atanan
hocaların değerlendirme yapmayı kabul ya da reddettiğini bildirmeleri için
yaklaşık 10 günlük bir süreleri bulunduğu düşünüldüğünde, “10 gündür mailine
bakmamıştır”, “mail gözden kaçmıştır” ya da en kötüsü “görmüştür ama
görmezlikten gelmiştir yani ‘ghostlamıştır’ (ghostlamak, mesajı ya da yapılan
iletişimi görmezden gelme anlamına gelen bir sosyal medya terimidir)” gibi
çeşitli sebepler sıralanabilir (ilgili hocanın aktif görev yaptığı kurum mail
adreslerini kullandığımı belirtmeliyim). Burada önemli olan bu durumun sonucu.
Sonuç ise kocaman bir “belirsizlik”. İşte bu belirsizlik, bu grubu sevmememin
ikinci sebebini oluşturuyor. Çünkü 10 günlük belirsizlik bende “ya son gün kabul
ederse” veya “ya bildirim yaparsa” şeklinde bir beklentiye girmeme sebep
oluyor. Yani “kumarbazın yanılgısına” düşüyorum ister istemez bu ghostingciler
sebebiyle. Kumar oyunlarında kumar oyuncularının sıklıkla kapıldıkları bir ön yargı
olması sebebiyle kumarbazın yanılgısı olarak bilinen bu psikolojik ön yargı
(Monte Carlo yanılgısı olarak da bilinir) kısaca, eşit olasılığa sahip
olaylardan birisi beklenenden sık ortaya çıktı diye bundan sonra ortaya çıkma
olasılığının azaldığını varsaymaktır. Bu grubun hacminin geniş olduğunu
düşünürsek, “bu hoca da ghostingci çıkmaz yahu”, “daha birkaç gün daha var,
belki kabul eder ya da bildirim yapar bee” şeklindeki düşüncelerle zaman
kaybetmek, işte hep bu ghostingciler yüzünden! Bu yüzden sevmiyorum bu grubu!
Hatırlarsanız yazının başlarında 12 hakemlik bir süreci olan bir
çalışmadan bahsetmiştim. İşte süreçteki hakem hacminin bu denli geniş olmasının
sebebi olan potansiyel hakemler de bu yazıda tanımladığım üç gruba ayrılıyor.
Fakat en yoğun grup ne yazık ki “ghostingciler” grubu. Sayın hocalarım, tabii
ki değerlendirme yapmak zorunda değilsiniz fakat sebebi ne olursa olsun
değerlendirme yapamayacağınızı belirtmeniz gerçekten çok önemli. Böylece hem
alan editörleri kumarbazın yanılgısına düşmezler hem de çalışmaların süreci
gereksiz yere uzamamış olur. Bu arada
çalışmaya 13. hakem olarak “tanıdığım” bir hocayı atamak zorunda kaldığımı da
belirtmiştim. Dolayısıyla bu değerlendirme sürecinde sadece kumarbazın
yanılgısını değil, bir diğer psikolojik ön yargı olan “bulunabilirlik yanlılığı”
da yaşadığımı belirtmeliyim. Kısaca, “akla ilk gelen düşünceyle hareket etme
yanılgısı” olarak ifade edebileceğimiz bu ön yargıyı alan editörü davranışı
açısından ele alırsak alan editörlerinin zorda kaldığı zaman ya da süreci
hızlandırmak veya çabuk bitirmek için çalışma konusuyla ilgili akıllarına ilk
gelen tanıdıkları bir hocayı hakem olarak atama eğiliminde olabildiklerini
söyleyebiliriz. Bu durumun hem olumlu hem de olumsuz yönü olabilir. Olumlu
yönü, gerçekten de sürecin uzamaması. Olumsuz yönü ise iki kısımda
incelenebilir. Birincisi, belki de bir yerlerde ilgili çalışmayı daha nitelikli
ve istekli bir şekilde değerlendirebilecek bir hoca olabilmesine rağmen o hocanın
gözden kaçabilmesi. İkincisi ise “bulunabilirlik yanlılığı ağına” düşmüş hakem
hocaya sürekli olarak değerlendirmesi için çalışma gönderilmesi. Burada “ağa
düşmek” ifadesini özellikle kullandım çünkü bu muhterem hocalar da Ben Franklin
etkisine kapılmış olabilirler. Ben Franklin etkisi, birinin iyilik
isteğini geri çevirmeyen birinin o kişiden gelen diğer iyilik isteklerine de
olumlu cevap verme eğilimi olarak ifade edilebilir (bu etkiye neden Ben
Franklin etkisi dendiğini burada yazmayacağım zira yazı bir hayli uzadı, bunu
araştırmayı size bırakıyorum=)). Kişi, iyilik yaptığı birinin bir sonraki
iyilik isteğine olumsuz cevap verirse bilişsel uyumsuzluk yaşayacağından bu
uyumsuzluğu hissetmemek için iyilik isteklerini hiçbir zaman geri
çevirmeyebilir. Dolayısıyla bu bir tür iyilik ağına düşmek gibi bir şeye
dönüşür. Tıpkı “bulunabilirlik yanlılığı ağına” düşmüş hakem hocaların
yaşayabileceği psikolojik durum gibi. Öte yandan süreci epey uzamış ve bir
türlü sonlanmamış çalışmalar hem yazarların baskısı hem baş editörlerin
uyarıları ya da sadece alan editörünün kendi içinde bulunduğu Zeigarnik
etkisi sebebiyle zihni sinir eden bir duruma dönüşebilir. Yarım kalmış
işlerin zihni daha çok meşgul etmesi sebebiyle tamamlanmış işlerden daha çok
akılda kaldığını ifade eden psikolojik bir etki olan Zeigarnik etkisi altındaki
bir alan editörü, süreci lastik gibi uzayan çalışmaları bir an önce sonlandırıp
huzura kavuşabilmek ister. İşte bunun için “çok yoğunumcular”, “ilgi alanım
değilciler” veya daha çok “ghostingciler” ile mücadele eder. Bu mücadeleden
galip çıkabilmek için de kimi zaman “bulunabilirlik yanılgısı ağındaki” iyilik
melekleri hocalara başvurabilir.
Bir hakem değerlendirme sürecinin bana düşündürdükleriydi bu
yazdıklarım. Yazarların batık maliyet etkisine, hakemlerin bulunabilirlik
yanılgısı ağına, alan editörlerinin de kumarbazın yanılgısına kapılmadıkları
“kılçıksız” değerlendirme süreçleri dileğimle!=)

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder