Türkçede açık olmayan, ima ve sezdirim dolu konuşmalar çok fazladır. Bu durum
Türklerin yüksek bağlamlı kültürel özellikler göstermelerinden kaynaklanıyor
olabilir. Zira kültürel antropolog Edward Hall tarafından tanımlanan yüksek
bağlamlı kültürler örtük ve büyük ölçüde bağlama dayanan iletişim özellikleri
gösteren kültürlerdir. Dolayısıyla bulunduğu bağlama göre çoğu kelimenin aldığı
anlam farklılaşabilir. Örneğin “tuzlu” kelimesi bir mağazada bir kıyafet
hakkında kullanıldığında “çok pahalı” anlamına gelirken bir restoranda bir
yemek hakkında kullanıldığında “tadına ilişkin bir bilgi” niteliğindedir. Sazan,
çakal vb. daha pek çok kelime de gerçek anlamı ve argodaki anlamıyla birbirinden
oldukça farklılaşır. Yani bağlamına göre farklı anlamlar yüklenir. Öte yandan
Türkçede iletişim sırasında bilginin çok azı mesaja yüklenir. Bilginin çoğu ise
kişinin kendisindedir. Bu nedenle ima son derece yüksek oranda görülür. Hatta konuya
yönelik “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla.” “kel yanında kabak anılmaz.”
vb. atasözleri de işte bu sebepten oldukça fazladır.
İma dolu iletişim ortamında konuşma gerektiği kadar bilgilendirici
olmamakla birlikte açık da olmaz. Adı üzerinde ima edilir. Aynı koda (geçmiş
deneyimler, öğrenmeler vb.) sahip olmayan ve ana dili Türkçe olmayan birinin
ima dolu bir mesajı doğru bir şekilde çözümleyip anlaması pek de beklenemez. Öte
yandan ana dili Türkçe olan iki insanın bile söz konusu “açık olmayan iletişim
ve ima” sebebiyle birbirini anlamadığı ya da yanlış anladığı durumlar olabilir.
Ya da tam tersi “leb demeden leblebinin anlaşıldığı” durumlar da olabilir,
tabii iletişim kuran insanlar birbirlerinin iletişim kodlarına yeterince
hâkimse. Öte yandan bazı durumlarda kişi, ima dolu mesajlardan ya da iletişimden
fenalık geçirip “ne söyleyeceksen açık açık söyle!”, “lafı eveleyip geveleme!”,
“laf cambazlığı yapma!” demek ister. İşte bu noktada İngiliz dil felsefecisi
Paul Grice’in iletişim kurallarına (Grice's Maxim) değinmek gerekir.
Etkili bir iletişim kurulabilmesi için Grice dört konuşma kuralı
belirlemiştir:
Nicelik kuralına göre konuşma gerektiği ölçüde
bilgilendirici olmalıdır. konuşmada ne eksik ne de fazla bilgi verilmelidir. Dolayısıyla
lafı dallandırıp budaklandırma, eveleyip geveleme, nicelik kuralına aykırılık
teşkil eder. Yani öz konuşmak, yeteri kadar konuşmak nicelik kuralının
temelidir. Öte yandan iletişim yoğun bir kültür olan Türkiye’de lafı dallandırıp
budaklandırmayıp gerektiği kadar konuşanların “ay bunun da ağzı var, dili yok”,
“dut yemiş bülbül gibi” vb. deyimler işitmeleri epeyce olasıdır. Bu noktada öz
konuşan kişimiz “sussan olmuyor, susmasan olmaz…” diyerek yaşamına devam
edebilir.
Nitelik kuralına göre konuşma gerçeğe uygun
olmalıdır. Yanlış yönlendirme yapma nitelik kuralının ihlali demektir. Söz
konusu ihlal dedikoducular tarafından sıklıkla yapılır. Bu sebeple insanlar kulaktan
dolma bilgilerle yaptıkları dedikodularına başlarken “dedikodu yapmak gibi
olmasın ama…”, “ben şunun yalancısıyım”, “benden duymuş olma ama…” vb. giriş
cümleleriyle dedikodularına başlarlar. Zira konuştuklarının gerçekliği hakkında
kendileri de şüphe içindedirler. Bununla birlikte duydukları ilgi çekici
bilgiyi yaymak için de çok büyük bir istek duyarlar. Bu noktada “ben şunun
yalancısıyım” veya “benden duymuş olma ama…” derken başkalarına topu atarak
dedikodularına devam ederler.
Bağıntı kuralına göre konuşmada sadece konuyla
ilişkili kavramlar yer almalıdır. Alakasız bilgiler vermek, konuyu saptırmak vb.
durumlar bağıntı kuralını yok saymak demektir. Kişinin vereceği bir cevap yoksa
veya cevabı varsa ama bu cevabı vermek “işine gelmiyorsa”, konuyu saptırarak
bağıntı kuralını ihlal eder. Örneğin sınavda sorulan soru hakkında herhangi bir
bilgisi, düşüncesi ya da çağrışımı olmayan bir öğrenci, sırf boş kağıt vermemek
için veya “bu kadar yazmışım, hoca illa ki puan verir” mantığıyla (!) cevap
olarak alakasız ne varsa yazabilir. Böylece öğrenci, bağıntı kuralını ihlal
etmiş olur.
İşte benim en sevdiğim kural olan tarz
(usul) kuralına göre ise konuşma açık ve net olmalı ve konuşmada imadan
kaçınılmalıdır. Öte yandan bu kuralın ne yazık ki yüksek bağlamlı kültürlerde
uygulanması pek de kolay değildir. Örneğin Japonya’da insanlar birine direkt
olarak “hayır” cevabını vermeyi nezaketsizlik olarak gördüklerinden cevapları
hayır olsa bile hayır kelimesini kullanmazlar, lafı eveleyip gevelemeyi tercih
ederler. Yani “ie (hayır)” yerine “ee, chotto (ee, şey..)” diyerek hem nicelik
hem de tarz kuralını ihlal ederler.
Grice’in sevdiğim bir kuralı olan tarz kuralı teorik iletişimde açık ve net
olmayı öğütlese de pratikte bunun sonuçları pek de iç açıcı olmayabilir. Konuya
ilişkin olarak Netflix’in The Sadman dizisinin “24 Saat” bölümünün izlenmesini
tavsiye ederim. “Spoiler vermek gibi olmasın ama (merak etmeyin nitelik
kuralını ihlal etmiyorum, çünkü kafadan sallamıyorum, bölümü izledim=)”, ilgili
bölümde insanların hem iletişimlerinde hem de davranışlarında birbirlerine açık
ve net olmalarının sonucu ne yazık ki oldukça korkunç olmaktadır. Dolayısıyla
tarz kuralının tehlikeli bir boyutunun olduğu göz önünde bulundurulursa hiç de
fena olmaz=)
![]() |
The Sandman'ın "24 Saat" bölümünde herkesin tarz kuralına uymasını temenni eden ve bunun sonucunun bir felaket olacağını tahmin edemeyen John |