Geçtiğimiz gün okulda düzenlenen bir eğitimde konuşmacı öğretim üyelerinden
biri, örnek olarak yönetim bilimci Peter Drucker’a atfedilen bir söz paylaştı:
“Ölçemediğini yönetemezsin.”
Bu söze kesinlikle katıldığımı belirtmem gerekir. Bununla birlikte bahsi
geçen söz, bana anonim bir deyişi hatırlattı:
“Şeytan ayrıntıda gizlidir.”
Şeytan'a "Sen neden sürekli ayrıntılardasın?" serzenişini gösteren bir karikatür |
Sosyal bilimci olarak ölçme işi ile oldukça yakından ilgiliyim. Sosyal
bilimlerin merkez aktörünün insan, insanın da beşeri bir varlık olması ölçmeyi
sosyal bilimciler için oldukça zor bir hâle getirebiliyor. Zira insanın günü
gününe uymuyor. Ayrıca her insan, "nevi şahsına münhasır” olduğundan
insanları “standartlaştırmak” mümkün değil.
Bu nedenle insan davranışlarının nedenini ya da insanların tutumlarını sadece
birtakım ortalama, ortanca, standart sapma vb. betimleyici istatistiklere
indirgeyerek, başka bir deyişle sayısallaştırarak açıklamaya çalışmak bana pek
de doğru gelmiyor (ne de olsa elmayla armut toplanmaz değil mi?!). Bu tür nicel
yaklaşımlarla buz dağının sadece görünen kısmına ilişkin bilgi elde edebiliriz.
Yani oldukça yüzeysel bilgi. Ayrıntılar ise tamamen gözden kaçabilir. Oysaki
şeytan ayrıntıda gizlidir.
Nicel yaklaşımların sınırlandırılmış doğası, yüzeyselliği, her şeyi
sayılara indirgemesi, iç görü elde etme konusundaki yetersizliği vb. durumlar sebebiyle
sosyal bilimlerde salt nicel yaklaşımın yeterli olmadığı görüşündeyim. Zira
akademik ilgi alanı tüketici davranışı olan biri olarak tüketicinin zihninin
bir kara kutu (Kurt Lewin’e selam olsun) olduğunun bilincindeyim. Bu zihinde
olup bitenlerin ya da neler döndüğünün cevabını sadece sayılarla açıklamaya
çalışmak, yani pozitivist yaklaşım (burada Auguste Comte’u anmak gerekir=)) ne
kadar yeterli olabilir ki? Hâl böyle iken ve bu zamana kadar nicel yaklaşımı
benimsemiş biri olarak bu düşüncelerle boğuşurken geç de olsa yorumsamacı
yaklaşımı (burada da Max Weber’i analım=)) keşfettim. Yorumsamacı yaklaşım sayesinde
bir araştırmacı olarak “zincirlerimden” kurtulabileceğimi fark ettim. Zira
bireylerin yaşadıkları olayları, onlara yükledikleri anlamlardan yola çıkarak
ve kendi bilgi birikimimden yararlanarak açıklayıp yorumlayabilecek ve
iç görüler elde edebilecektim. Böylece nitel araştırma serüvenim başlamış oldu.
Nitel araştırmalarda araştırmacının entelektüelliği son derece önemli. Zira
katılımcının yorumundan ya da bir şeye yüklediği anlamdan anlam çıkarmak için
araştırmacının bilgi seviyesi önemli bir faktör olarak ortaya çıkıyor. Alana
hâkim olmak ise yeterli değil. Alana hâkim olmakla birlikte araştırılan
topluluğun kültürüne, diline, ilişkilerine ve deneyimlerine de hâkim olmak
gerekiyor. Yani onların dilinden konuşmak ve onlar gibi düşünebilmek. Öte
yandan anlamdan anlam çıkarmanın anlam inşasından ziyade anlam bozumu olduğu,
araştırmacının bakış açısının da bir sınırlılık anlamına geldiği, subjektif
yorumlar sebebiyle genelleştirilme problemi barındırdığı vb. sebeplerle nitel
yaklaşım pek çok eleştiriye maruz kalıyor. Oysaki genelleştirme gibi bir amacın
da beşeri bir faktör olan insanı standartlaştırmaktan başka bir anlama
gelmemesi sebebiyle sosyal bilimlerde böyle bir amacın olmaması gerektiğini
düşünüyorum. Buna ek olarak pozitivist yaklaşım sosyal bilimler açısından ele
alındığında söz konusu yaklaşımın araştırmacıyı yorum yapmaktan ve anlam
üretmekten korkar hâle getirdiği ve sınırlandırdığı da göz ardı edilmemeli.
Çalışma arkadaşlarımla ve öğrencilerimle yaptığım tartışmalarda “biz şimdi
kendi yorumumuzu katamayacaksak bu kadar okumanın ne anlamı var?”, “yorum yapar
hâle ne zaman geleceğiz?”, “kendi yorumumu her seferinde mevcut bir kaynağa ya
da teoriye neden ilişkilendirmek zorundayım ki?” şeklinde sorularla
boğuşuyorduk. Nitel araştırmaların ve yorumsamacı yaklaşımın araştırmacıyı en
azından bu açıdan “özgürleştirdiği” ve araştırmasına kendi bakış açısını katma
“lüksü” verdiğini düşünebiliriz. Tabii ki mevcut durum, yorum ve anlamdan yola
çıkarak, yani bağlamı gözeterek. Zira burada bir yemeğe kendi yorumunu katan
bir şefin veya bir şarkıyı kendine özgü söyleyen ya da çalan bir müzisyenin
özgürlüğünden bahsetmiyorum. Araştırmacının buradaki özgürlüğünün bilimsel
yaklaşımın elverdiği ölçüde olduğunu bilmesi gerekir.
Bu seriyi nitel araştırma ile ilgili yaptığım okumalarda karşılaştığım yeni
kavramların ve jargonların ne anlama geldiğini açıklayan “kendime notlar”
niyetiyle hazırlamayı planlıyorum. Dolayısıyla serinin ne kadar süreceği
hakkında henüz bir fikrim yok. Nitel araştırmalara ilgi duyanlara faydalı bir
seri olacağını umuyorum. Ayrıca söz konusu seriyi LogoPhile bloğum altında
paylaşacak olmamın sebebi ise serinin ağırlıklı olarak nitel araştırmaya
ilişkin kelime listelerinden oluşacak olması. Bu sebeple konunun, LogoPhile
bloğumun yeni ve farklı kelimeler öğrenme ve öğretme amacını karşıladığını
söyleyebilirim.
Seriye giriş niyetine yazdığım bu yazıyı bitirirken antropolog James P.
Spradley’den bir alıntı paylaşmak istiyorum. Zira söz konusu alıntı, bir
etnografın dilinden yazılmış olması sebebiyle nitel araştırmacının amacı
hakkında biraz fikir verici nitelikte olabilir:
“Dünyayı senin bakış açından anlamak istiyorum. Ne bildiğini, bildiğin
şekilde bilmek istiyorum. Deneyiminin anlamını anlamak, senin yerine yürümek,
şeyleri hissettiğin gibi hissetmek, açıkladığın gibi açıklamak istiyorum. Benim
öğretmenim olup anlamama yardım eder misin?”
..............
(Not: "Şeytan ayrıntıda gizlidir." deyişinin "Tanrı ayrıntılardadır." deyişinden türediği düşünülür. "Tanrı ayrıntılardadır." deyişi, tıpkı "Şeytan ayrıntıda gizlidir." deyişi gibi yapılan bir işin eksiksiz bir şekilde yapılması gerektiğini ve detayların son derece önemli olduğunu ifade eder. Zira ancak bu şekilde mükemmelliğe (deyişteki Tanrı ifadesine atfen) ulaşılabilir. Dolayısıyla sosyal bilimlerde mükemmel ya da mükemmele yakın çıkarımlar yapabilmek ve anlamlara ulaşabilmek için pozitivist yaklaşımın yüzeyselliğinden çıkıp yorumsamacı yaklaşımın derinliğine inmek ve detayları kaçırmamak gerekir).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder