Geçtiğimiz günlerde yeni bir dükkân açan yakın arkadaşıma hediye olarak mor bir nazar boncuğu getirdim. Arkadaşımın mor nazar boncuğuna verdiği tepki bu yazımın çıkış noktası oldu. Zira arkadaşım, mor nazar boncuğunun mavi nazar boncuğu kadar “koruyucu” ya da “nazar kovucu” olmayacağına inandığından nazar boncuğunun mavi olması gerektiğini vurgulamıştı.
![]() |
Arkadaşımın istediği şöyle bir şeydi=) |
Öncelikle nazar boncuğu inancının nereden geldiğini öğrenmemiz gerekiyor.
Günümüzde çoğu insan nazar boncuğu gibi artifaktların uğur getirdiğine ve/veya
uğursuzluğu defettiğine sorgusuz sualsiz inanarak bu sembolleri kullanıyor. Şimdiye kadar atalarımız bu sembolleri bu
amaçla kullanagelmiş, demek ki var bir bildikleri düşüncesiyle hazıra
konmak epey yaygın. Oysaki biraz merak
edip “neden göz şekli?”, “neden mavi?” vb. sorular sorarak kısa bir araştırma
yapıp nazar boncuğu gibi “uğursuzluk kovucu” artifaktlara yönelik inancınızı
mantıksal bir zemine oturtabilirsiniz.
Nazar boncuğunun uğursuzluk kovma özelliği aslında tamamen benzerlik
yasasıyla ilgili. “Benzer benzeri çeker,” ifadesiyle basitçe
açıklayabileceğimiz benzerlik yasası nazar boncuğu gibi artifaktların
uğursuzluk kovucu olarak kullanılmasını beraberinde getirmiş. Nasıl mı? Bunu
daha basit bir şekilde açıklamak için nazar boncuğu ifadesinin İngilizce
karşılığından yararlanalım. Malumunuz, nazar boncuğu İngilizcede “evil eye”
olarak ifade edilir. “Evil eye” ifadesini Türkçeye motamot çevirdiğimizde şeytan gözü gibi bir karşılık
elde etmiş oluruz. Dolayısıyla nazar boncuğundaki göz aslında şeytanın gözünün
ta kendisi. Ne yani, uğursuzluğu defetmek
için uğursuzluğun ta kendisini mi kullanıyoruz şimdi? dediğinizi duyar
gibiyim. Evet, tam olarak öyle yapıyoruz. Çünkü benzerlik yasası etkisi
altındaki insan zihni kötüyü gören kötünün, kendisine benzeyen bir şeye zarar
vermeyeceğine inanmış. Yani evil eye’ı (nazar boncuğunu) gören bir evil’ın
(şeytanın) kendine “benzeyen” bir şeyin bulunduğu yere/şeye (örn. nazar
boncuğunun bulunduğu bir ev, araba, insan vb.) zarar vermeyeceği düşüncesi
nazar boncuğu inancını beraberinde getirmiş. Hatta aynı inanış kilise ve
katedralleri kötülüklerden ve uğursuzluklardan korumak için demonik heykellerin
kullanılma sebebinde de mevcut. Zira tüm bu uygulamalar “şeytana benzer
heykeller koyalım ki şeytan bu heykelleri gördüğünde onları kendine benzetecek, şeytan kendi kendine de zarar veremeyeceğinden bize uğursuzluk getiremeyecek” düşüncesinden
başka bir şey değil.
![]() |
Notre Dame katedralini koruyan demonik heykeller |
Gelelim mavi rengine. Mavi, göğün rengi olduğundan insanlar mavi rengi
göklerdeki tanrılarla ilişkilendirip maviye kutsallık atfetmiştir. Ve yine
benzerlik yasası etkisi altındaki insan zihni, tanrıyla ilişkilendirip
kutsallık atfederek yücelttiği mavinin sadece bir tanrıya ait olabileceğini,
aciz insanların ise bu rengi kullanmaya muktedir olmadığını düşünmüştür. Dolayısıyla
bu yüce tanrısal rengi kullanmaya cesaret eden aciz bir insanın tanrının
gazabına uğrayacağından korkulmuştur.
Mora gelecek olursak (zira arkadaşıma mor bir nazar boncuğu hediye ettiğimi hatırlayınız), mor rengin doğada az bulunan bir renk olması
sebebiyle kutsal ya da şeytani herhangi bir şeyle ilişkilendirilmesi pek mümkün
olmamıştır. Öte yandan doğada nadir görülen bir renk olması, morun eşsizlik,
biriciklik, ve zamanla asalet, ulaşılmazlık vb. anlamlarla ilişkilendirilmesini
beraberinde getirmiştir.
Tüm bu açıklamalarımdan sonra tanrıların gazabına uğramak istemeyen ve “eşi
benzeri olmayan” başarılı bir esnaf olmak isteyen arkadaşım ona hediye ettiğim
mor nazar boncuğunu büyük bir mutlulukla benimseyip dükkânının en güzel
köşesine astı=)
Buraya kadar okuduysanız benden size bir bonus:
Aynı arkadaşım dükkânının açılışını ayın 13. gününe denk getirmemeye özen
göstermişti. Zira malumunuz, 13’ün uğursuz bir sayı olduğu yönünde yaygın bir
inanış hâkim. Peki neden 13 sayısı uğursuz? Bu inanışın kökeniyle ilgili
literatürde aydınlatıcı bir bilgi ne yazık ki yok. Öte yandan geçenlerde
izlediğim bir videoda içerik üreticisi olan bir arkeolog, bununla ilgili bence
mantıksal zemine oturtabileceğimiz güzel bir açıklama yaptı. Ona göre insan
zihni 2, 4 ve 6’ya kolaylıkla bölebileceği 12’yi kolaylıkla benimserken 13’ü
hiçbir şeye bölemediğinden onu dışlıyor. Örneğin 12 gezegen, 12 ay, 12’nin katı
olan 24 saat vb. kalıplar insanlar için çok tanıdık. Hatta insanlar bir şeyleri
saymak için hesap yaparken bile başparmağını elinin diğer parmaklarındaki boğumlar
üzerinde gezdirerek 12’ye ulaşıyor. Oysaki 13, bu kalıpların hiçbirine uymuyor.
İnsan zihni hiçbir şeye uyduramadığı 13’ü dışladığından ona uğursuzluk atfetmiş
olabilir. Bu açıklamalar bana makul geldi. Ve bende tabii yine bazı çağrışımlar
yaptı. Ne mi? Ayrıksı, dışlanmış 13’ten yola çıkıp bir pazarlama akademisyeni
olarak ayrıksı ürünlere vardım=) Böylece Diderot etkisini yine hatırladım.
Diderot’un diğer eskimiş eşyaları içinde ayrıksı olan yepyeni, gıcır gıcır
kıpkırmızı ropdöşambırı ile yaşadığı macera, onu bir yerlere sığdıramayışı,
çalışma odasını bu ayrıksı ürüne sığdırmak (benzetmek, uyumlaştırmak) için
yaptığı onca gereksiz harcama ve böylece içine düştüğü tüketim sarmalı… Bununla
ilgili yazımı okumak için tıklayabilirsiniz=) Bu arada arkadaşım da Diderot
etkisi altına girip ona hediye ettiğim mor nazar boncuğuna uyacak mor dekoratif
mumlar alıp dükkânında güzel bir mor köşe hazırladı=)
Buraya kadar okuduysanız bir bonus daha:
Benzerlik yasası, sayılara atfedilen uğursuzluğu açıklamak için de
kullanılabilir. Örneğin Uzak Doğu’da korkulan, uğursuzluk atfedilen sayı 13
değil 4’tür. Zira dört (shi) ve ölüm (shinu) kelime olarak aynı kökü paylaşır.
Dolayısıyla benzerlik yasası etkisi altındaki Uzak Doğulular 4 rakamını ölümle
ilişkilendirmekten geri durmaz, hayatlarında 4’ten mümkün olduğunca uzak
dururlar. Hatta bu fobi literatüre tetrafobi olarak geçmiştir. Bununla ilgili
yazımı okumak isterseniz şurayı tıklayınız=)
Mor nazar boncuğundan yola çıkıp tetrafobiye kadar yolculuk ettiğimize göre
bugünkü çağrışımlar yolculuğumuzu burada sonlandırabiliriz=)