17 Ocak 2025 Cuma

Mor Nazar Boncuğunun Bana Çağrıştırdıkları

Geçtiğimiz günlerde yeni bir dükkân açan yakın arkadaşıma hediye olarak mor bir nazar boncuğu getirdim. Arkadaşımın mor nazar boncuğuna verdiği tepki bu yazımın çıkış noktası oldu. Zira arkadaşım, mor nazar boncuğunun mavi nazar boncuğu kadar “koruyucu” ya da “nazar kovucu” olmayacağına inandığından nazar boncuğunun mavi olması gerektiğini vurgulamıştı.

Arkadaşımın istediği şöyle bir şeydi=)

Öncelikle nazar boncuğu inancının nereden geldiğini öğrenmemiz gerekiyor. Günümüzde çoğu insan nazar boncuğu gibi artifaktların uğur getirdiğine ve/veya uğursuzluğu defettiğine sorgusuz sualsiz inanarak bu sembolleri kullanıyor. Şimdiye kadar atalarımız bu sembolleri bu amaçla kullanagelmiş, demek ki var bir bildikleri düşüncesiyle hazıra konmak epey yaygın.  Oysaki biraz merak edip “neden göz şekli?”, “neden mavi?” vb. sorular sorarak kısa bir araştırma yapıp nazar boncuğu gibi “uğursuzluk kovucu” artifaktlara yönelik inancınızı mantıksal bir zemine oturtabilirsiniz.

Nazar boncuğunun uğursuzluk kovma özelliği aslında tamamen benzerlik yasasıyla ilgili. “Benzer benzeri çeker,” ifadesiyle basitçe açıklayabileceğimiz benzerlik yasası nazar boncuğu gibi artifaktların uğursuzluk kovucu olarak kullanılmasını beraberinde getirmiş. Nasıl mı? Bunu daha basit bir şekilde açıklamak için nazar boncuğu ifadesinin İngilizce karşılığından yararlanalım. Malumunuz, nazar boncuğu İngilizcede “evil eye” olarak ifade edilir. “Evil eye” ifadesini Türkçeye motamot  çevirdiğimizde şeytan gözü gibi bir karşılık elde etmiş oluruz. Dolayısıyla nazar boncuğundaki göz aslında şeytanın gözünün ta kendisi. Ne yani, uğursuzluğu defetmek için uğursuzluğun ta kendisini mi kullanıyoruz şimdi? dediğinizi duyar gibiyim. Evet, tam olarak öyle yapıyoruz. Çünkü benzerlik yasası etkisi altındaki insan zihni kötüyü gören kötünün, kendisine benzeyen bir şeye zarar vermeyeceğine inanmış. Yani evil eye’ı (nazar boncuğunu) gören bir evil’ın (şeytanın) kendine “benzeyen” bir şeyin bulunduğu yere/şeye (örn. nazar boncuğunun bulunduğu bir ev, araba, insan vb.) zarar vermeyeceği düşüncesi nazar boncuğu inancını beraberinde getirmiş. Hatta aynı inanış kilise ve katedralleri kötülüklerden ve uğursuzluklardan korumak için demonik heykellerin kullanılma sebebinde de mevcut. Zira tüm bu uygulamalar “şeytana benzer heykeller koyalım ki şeytan bu heykelleri gördüğünde onları kendine benzetecek, şeytan kendi kendine de zarar veremeyeceğinden bize uğursuzluk getiremeyecek” düşüncesinden başka bir şey değil.

Notre Dame katedralini koruyan demonik heykeller

Gelelim mavi rengine. Mavi, göğün rengi olduğundan insanlar mavi rengi göklerdeki tanrılarla ilişkilendirip maviye kutsallık atfetmiştir. Ve yine benzerlik yasası etkisi altındaki insan zihni, tanrıyla ilişkilendirip kutsallık atfederek yücelttiği mavinin sadece bir tanrıya ait olabileceğini, aciz insanların ise bu rengi kullanmaya muktedir olmadığını düşünmüştür. Dolayısıyla bu yüce tanrısal rengi kullanmaya cesaret eden aciz bir insanın tanrının gazabına uğrayacağından korkulmuştur.

Mora gelecek olursak (zira arkadaşıma mor bir nazar boncuğu hediye ettiğimi hatırlayınız), mor rengin doğada az bulunan bir renk olması sebebiyle kutsal ya da şeytani herhangi bir şeyle ilişkilendirilmesi pek mümkün olmamıştır. Öte yandan doğada nadir görülen bir renk olması, morun eşsizlik, biriciklik, ve zamanla asalet, ulaşılmazlık vb. anlamlarla ilişkilendirilmesini beraberinde getirmiştir.

Tüm bu açıklamalarımdan sonra tanrıların gazabına uğramak istemeyen ve “eşi benzeri olmayan” başarılı bir esnaf olmak isteyen arkadaşım ona hediye ettiğim mor nazar boncuğunu büyük bir mutlulukla benimseyip dükkânının en güzel köşesine astı=)

Buraya kadar okuduysanız benden size bir bonus:

Aynı arkadaşım dükkânının açılışını ayın 13. gününe denk getirmemeye özen göstermişti. Zira malumunuz, 13’ün uğursuz bir sayı olduğu yönünde yaygın bir inanış hâkim. Peki neden 13 sayısı uğursuz? Bu inanışın kökeniyle ilgili literatürde aydınlatıcı bir bilgi ne yazık ki yok. Öte yandan geçenlerde izlediğim bir videoda içerik üreticisi olan bir arkeolog, bununla ilgili bence mantıksal zemine oturtabileceğimiz güzel bir açıklama yaptı. Ona göre insan zihni 2, 4 ve 6’ya kolaylıkla bölebileceği 12’yi kolaylıkla benimserken 13’ü hiçbir şeye bölemediğinden onu dışlıyor. Örneğin 12 gezegen, 12 ay, 12’nin katı olan 24 saat vb. kalıplar insanlar için çok tanıdık. Hatta insanlar bir şeyleri saymak için hesap yaparken bile başparmağını elinin diğer parmaklarındaki boğumlar üzerinde gezdirerek 12’ye ulaşıyor. Oysaki 13, bu kalıpların hiçbirine uymuyor. İnsan zihni hiçbir şeye uyduramadığı 13’ü dışladığından ona uğursuzluk atfetmiş olabilir. Bu açıklamalar bana makul geldi. Ve bende tabii yine bazı çağrışımlar yaptı. Ne mi? Ayrıksı, dışlanmış 13’ten yola çıkıp bir pazarlama akademisyeni olarak ayrıksı ürünlere vardım=) Böylece Diderot etkisini yine hatırladım. Diderot’un diğer eskimiş eşyaları içinde ayrıksı olan yepyeni, gıcır gıcır kıpkırmızı ropdöşambırı ile yaşadığı macera, onu bir yerlere sığdıramayışı, çalışma odasını bu ayrıksı ürüne sığdırmak (benzetmek, uyumlaştırmak) için yaptığı onca gereksiz harcama ve böylece içine düştüğü tüketim sarmalı… Bununla ilgili yazımı okumak için tıklayabilirsiniz=) Bu arada arkadaşım da Diderot etkisi altına girip ona hediye ettiğim mor nazar boncuğuna uyacak mor dekoratif mumlar alıp dükkânında güzel bir mor köşe hazırladı=)

Buraya kadar okuduysanız bir bonus daha:

Benzerlik yasası, sayılara atfedilen uğursuzluğu açıklamak için de kullanılabilir. Örneğin Uzak Doğu’da korkulan, uğursuzluk atfedilen sayı 13 değil 4’tür. Zira dört (shi) ve ölüm (shinu) kelime olarak aynı kökü paylaşır. Dolayısıyla benzerlik yasası etkisi altındaki Uzak Doğulular 4 rakamını ölümle ilişkilendirmekten geri durmaz, hayatlarında 4’ten mümkün olduğunca uzak dururlar. Hatta bu fobi literatüre tetrafobi olarak geçmiştir. Bununla ilgili yazımı okumak isterseniz şurayı tıklayınız=)

Mor nazar boncuğundan yola çıkıp tetrafobiye kadar yolculuk ettiğimize göre bugünkü çağrışımlar yolculuğumuzu burada sonlandırabiliriz=)

8 Ocak 2025 Çarşamba

Boş Sınav Kâğıtlarından Uydurma Dillere Çağrışımsal Bir Yolculuk

 Yine bir çağrışımlar dünyası içine daldım ve ortaya böyle bir yazı çıktı. Nasıl mı? Sınav kâğıtlarını okurken kimi zaman boş bir sınav kâğıdına (ne yazık ki=/) kimi zaman da yazılanı anlayabilmek için epey çaba sarf ettiğim çok değişik (yani Woynich el yazmasına pabucunu ters giydirir derecede=)) yazı stillerinden oluşmuş metinlere denk geldim. Bu metinlerin bazılarının içeriği ise soruyla uzaktan yakından alakası olmayan “uydurulmuş” cevaplardan ibaretti. Dolayısıyla bomboştu. Boş sınav kâğıtları beni üstat Tolkien’e götürdü. Zira sınav kâğıtlarını okuduğu sırada boş bir kâğıda denk gelen Tolkien bu kâğıdın üstüne, “Topraktaki bir oyukta bir hobbit yaşardı,” cümlesini yazarak dünyadaki en güzel fantastik evrenin yaratılmasında ilk adımı atmıştı. Tolkien sadece dünyanın en güzel fantastik evrenini yaratmakla kalmamış, bu evrenin mitolojisini, tarihini hatta dillerini de yaratmıştı. Öte yandan kendi evrenime dönecek olursam, az önce bahsettiğim epey değişik yazı stillerinden (bitişik, eğik, bir hâyli kargacık burgacık) ve “uyduruk” içeriklerden oluşan metinleri gördüğümde acaba bu farklı bir dil olabilir mi? diye düşünmeden edemediğimi söylersem hiç de abartmış sayılmam. Dolayısıyla çağrışımlarımdan yola çıkarak vardığım nokta, yeni yılın ilk yazısı olan bu yazımın konusu oldu: Uydurma diller!

Uydurma diller denildiği zaman çoğu kişinin aklına Yüzüklerin Efendisi evrenindeki Elfçe, Taht Oyunları evrenindeki Dothraki, Uzay Yolu evrenindeki Klingon, Cthulhu evrenindeki Cthuvian ya da Harry Potter evrenindeki yılandili (parseltongue) gibi diller gelebilir. Hatta bu kurgusal dilleri öğrenmek için epey çaba harcayanlar ve bu dilleri öğrenmek isteyen kişilerce oluşturulmuş enstitüler bile var. Benim favorim her zaman Tolkien ve Lovecraft olduğundan onlar tarafından yaratılmış Elfçe ve Cthuvian dilini öğrenmek için lise yıllarımda epey çaba harcadığımı söyleyebilirim=) Tabii sonrasında kendi evrenimin zorunlulukları geldi çattı ve bu evrenin lingua francası olan İngilizce aynı zamanda bu evrende Sauron’un Gözü’ne dönüştü (bir not: aslında Tolkien gibi ben de alegoriden pek hoşlanmam ama İngilizcenin tüm dünyayı ele geçirmesi bende nedense Sauron’un Gözü’nü çağrıştırıyor=) (bir not daha: Yüzüklerin Efendisi film serisinde gösterilen Sauron’un Gözü tamamıyla Peter Jackson’un yorumlaması, onun hayal ürünüdür. Bu alegori Yüzüklerin Efendisi kitaplarında geçmez. Zaten Tolkien alegoriden hoşlanmadığını Yüzüklerin Efendisi’nin 1966 tarihli yeniden basımı için kaleme aldığı ön sözde belirtiyor, neyse tüm bunlar başka bir yazının konusu…)

Uydurma diller sadece fantastik evrenlerdeki kurgusal dillerden ibaret değil. Kimi zaman konuşulanı bir başkasından gizlemek hatta sadece eğlenmek amacıyla oluşturulmuş belirli kurallardan doğan uydurma diller de mevcut. Örneğin Domuz Latincesi (Pig Latin) bunlardan biri. Domuz Latincesinin örnekleri taa 1600’lü yılların İngilizcesine dayanıyor. İngilizce bir kelimenin ilk ünsüz harfini ya da ünsüz harf grubunu kelimenin sonuna taşıdıktan sonra oluşan kelimeye genellikle “-ay” eki ekleyip yeni bir kelime türeterek Domuz Latincesine katkıda bulunabilirsiniz. Kelime ünlü harf ile başladığında ise yapmanız gereken kelimenin sonuna “-yay” eki eklemek. Örneğin Domuz Latincesinin İngilizce karşılığı olan Pig Latin ifadesini Domuz Latincesine çevirmek istediğimiz zaman İgpay Atinlay gibi bir ifade elde etmiş oluruz. Zaten Pig Latin tam da bu sebepten İgpay Atinlay olarak da bilinir. Peki, bu uydurma dile neden Domuz Latincesi denmiş? O dönemlerde zeki görünmek için cümle içine bolca Latince kelime sıkıştıran kişilerle alay etmek için Latincenin bir parodisi olarak bu dil türetilmiş. Demek ki insanoğlu hiç değişmiyor. Günümüzde de zeki, bilgili ya da kültürlü görünmek için cümle içine bolca yabancı sözcük (Latince, İngilizce, Fransızca, Arapça, Farsça vb.) sıkıştırarak güzel Türkçemizin zengin sözcük hazinesinden yararlanmayıp Türkçeyi katleden kişiler azımsanmayacak sayıda=/ O zaman Domuz Laticesini kullanarak onlara Sherlock izleyenlerin de hatırlayabileceği şu sözlerle seslenmek istiyorum:

Ou’reyay ustjay owingshay offyay!

Kendi evrenimizde Domuz Latincesi veya İgpay Atinlay gibi eğlence amaçlı olmayıp ciddi amaçlarla oluşturulan diller de var. Kelime olarak “umut eden” anlamına gelen Esperanto, bunlardan en ünlüsü. Bir göz doktoru olan Zamenhof tarafından 1887 yılında oluşturulan Esperanto, büyük ölçüde Avrupa dillerine dayanıyor. Zamenhof Esperantoyu oluşturarak öğrenmesi kolay evrensel bir dil yaratıp dünyada barışı ve kültürel birliği sağlamaya çalışmıştı. Esperanto her ne kadar amaçlanan bir noktada olmasa da günümüzde iki milyon aktif kullanıcı sayısına sahip uydurma bir dil olma özelliğinde.

Teknolojik ve kültürel değişimler sonucunda yeni kavramlar ortaya çıktığında dilde bu kavramları karşılayacak mevcut bir sözcük yoksa yeni kelimeler türetme ihtiyacı doğar. İşte bu ihtiyaçlar doğrultusunda yeni kelime türetme, neolojizm olarak ifade edilir. Dil yaşayan bir varlık olduğundan neolojizme çabucak kucak açar. Neolojizm sonucunda türetilen bazı yeni kelimeler çabucak benimsenip dilde tutunur. Bazıları ise kullanılmaya kullanılmaya yok olur. Dolayısıyla neolojizm de bir kelime türetme olduğundan aynı zamanda uydurma dil kapsamına girip bu yazının konusu altında değerlendirilebilir.

Teknolojik ve kültürel gelişmelerin bir sonucu olarak günümüzde pek çok neolojizm örnekleri görmek mümkün. Örneğin selfie, blog, blogosfer (blog dünyası), tweetosfer (X dünyası), emoji, podcast, zoom, influencer bunlardan sadece birkaçı. Çoğunluğu dijital dünyayla ilişkili olan söz konusu neolojizm örneklerini yaratıcı ve kullanışlı bir Türkçe ile Türkçeleştirerek dilimize kazandırmak bence asıl önemli olanı. Hem de İngilizce yine Sauron’un Gözüne dönüşüp dilimizi tümden ele geçirmeden…

Öte yandan farklı tasarımları sebebiyle mevcut isimlerle ifade edilemeyen bazı ürünler de neolojizmi tetikleyebiliyor. Bunun en güzel örneklerinden biri bence spork. İngilizcede kaşık anlamına gelen spoon ile çatal anlamına gelen fork kelimelerinin birleşmesinde oluşan bir neolojizm örneği olan spork, isminin hakkını verir nitelikte bir görünüme sahip.

Bir çift spork görseli

Zira dikkat edilirse yukarıdaki ürünün çatal dişli bir kaşık olduğu görülecektir. Yani hem kaşık hem de çatalın özelliklerinin tek bedende vücut bulmuş hâli=) Türkçede de spork, kaşık ve çatalın birleşmesiyle “kaşal” olarak kendine yer buldu=)

Günümüzde özellikle dijital yerliler (örn. Z kuşağı) tarafından anlık mesajlaşma dili olarak kullanılan kısaltma ifadeler de uydurma dil kapsamında ele alınabilir. Örneğin kendine iyi bak yerine “kib”, tamam yerine “tamm”, “tam”, “tmm” hatta “tm” gibi ifadeler mesajlaşma dili açısından birer uydurma dil niteliğinde. Üstelik bu kullanımlar kimi zaman konuşma diline de sirayet edebiliyor. Sauron’un Gözü (yani İngilizce) tüm dilleri kuşattığından OMG (Ohh My Gosh-Aman Allah’ım), NOYB (none of your business- seni ilgilendirmez), ASAP (as soon as possible-en kısa sürede), LMK (let me know-haber ver) vb. ifadeleri dijital dünyada çokça kullanılan uydurma dil örnekleri olarak tanımlamak mümkün. Dikkat edilirse günümüzde uydurma dil örneklerinin kapladığı alanın epey küçüldüğünü söyleyebiliriz. Örneğin;

“Tamam, bana en kısa sürede haber ver,” cümlesindeki kelimelerin harfleri kırpıla kırpıla günümüzde “OK, ASAP LMK,” cümlesine (!) dönüştürüldü.

Yukarıdaki örnekten de görüldüğü üzere ahenkli kelimeler artık kaba saba birer harf kombinasyonuna indirgendi. Kelimelerin harfleri birer birer çıkartılarak ardındaki mana yavaş yavaş yok edildi. İnsan kelimelerin harflerinden tasarruf ettikçe düşünmekten de tasarruf eder oldu. Hatta kelimeleri olması gerektiği gibi yazmaya üşenip sabrından da tasarruf etti. Böylece insanlar tahammülsüz, düşüncesiz, manasız yığınlara dönüştü. Belki de böylece başladı kalabalık yalnızlık…

Boş sınav kâğıtlarından yola çıkıp TDK’nın 2024 yılının kelimesi/kavramı olarak seçtiği “kalabalık yalnızlık” ifadesine nasıl geldiğimi ben de bilmiyorum. Çağrışımlar dünyası işte tam da böyle bir şey. Çağrışımların sizi nereye sürükleyeceğini yazıya başlarken hiçbir zaman bilemezsiniz=)

Mor Nazar Boncuğunun Bana Çağrıştırdıkları

Geçtiğimiz günlerde yeni bir dükkân açan yakın arkadaşıma hediye olarak mor bir nazar boncuğu getirdim. Arkadaşımın mor nazar boncuğuna verd...