25 Nisan 2023 Salı

Gulyabani Kelimeler

 

Gullar ve çarşambakarıları çember şeklinde bir araya gelmişler, ormanda raks ediyorlardı. Hazen Kebira! Gördüğüm heyula karşısında büyük bir helecana kapılmıştım. Tek isteğim onlara görünmeden oradan kaçmaktı. İçlerinden biri beni görürse kaçmak için hiçbir şansım kalmazdı. Beni hemen cin mahkemesine götürürlerdi. Orada hünsalar beni önce sorgular, şansım varsa kendilerine hizmetçi yaparlardı. Ya da cism-i latifler etrafımda dolanır, beni oradan oraya sürükleyip eğlenirlerdi. Şansım yoksa… İşte o zaman ömrüm (!) battal bir kuyuda sonsuza kadar gulların heyulalarıyla mücadele ederek ve işkenceler içinde geçerdi. Tam da bu düşünceler içinde kıvranıp dururken arkamdan kakavan bir kadın seslendi. “Cin sofrasına ziyafet olmak istemiyorsan benimle gel!” dedi. Kakavan kadının ürkütücülük konusunda, raks eden gullar ve çarşambakarılarından pek de bir farkı yoktu. Gözleri beni boğacakmış gibi dipsiz bir kuyu, ağzı beni yutacakmış gibi kulaklarına kadar genişti. Teni ise yılan derisi gibi pul puldu. Elindeki bastonu sanki her an yılan olup avına zehrini salıverecek gibi hareket edip duruyordu. Ama benim ehven-i şeri seçmekten başka bir seçeneğim yoktu. İstemeye istemeye de olsa kakavan kadının sözünü dinleyip peşine düştüm…

 

Yukarıdaki kısa hikâyeyi Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Gulyabani adlı eserini üçüncü kez okuyup bitirdikten sonra yazmak istedim. Yazar, söz konusu eserinde peri, cin gibi batıl inançlarla saf halkın nasıl kandırılıp sömürüldüğünü eğlenceli ve çarpıcı bir dille anlatır. Gulyabani daha sonra beyaz perdeye de taşınarak Yeşilçam’da kendine yer bulur. Süt Kardeşler adlı filmde saf ve temiz insanların Gulyabani ile korkutularak nasıl sömürülmeye çalışıldığı yine eğlenceli ve çarpıcı bir şekilde gösterilir. Gulyabani’yi bloğuma taşımamın sebebi ise tamamıyla kelimelere olan merakımdan geliyor. Zira okuduğum kitaplarda ilgimi çeken ve yeni öğrendiğim kelimeleri kısa hikâyeler yazarak kullanmayı çok seviyorum. Böylece kelimeleri daha kalıcı bir şekilde öğrenme imkânım oluyor. Ayrıca eseri üçüncü okumamda bile bu denli eğlenmem ve yeni kelimeler öğrenmem sebebiyle Gulyabani, bloğumda yer almayı sonuna kadar hak ediyor.

1912 tarihli Gulyabani adlı eserin kapağındaki Gulyabani görseli

Yukarıdaki hikâyemde muhtemelen ilk defa karşılaşacağınızı düşündüğüm kelimeleri liste hâlinde aşağıda anlamlarıyla birlikte sıraladım. Umarım sizin de yeni kelimeler ya da ifade biçimleri öğrenmenize vesile olabilirim. İşte Gulyabani’nin bana göre ilgi çekici kelimeler ve ifadeler listesi:

Gul: (Farsça) Hayalet, hortlak (Yüzüklerin Efendisi severlere bir not: Tokien’in kurgusal orta dünya evreninde Sauron’un şeytani hizmetkârlarına verilen isim olan “Nazgul”un nereden türediği ortaya çıkıyor).

Hünsa: (Arapça) Hem erkek hem de dişi üreme hücresi meydana getiren iki cinsiyetli, erdişi (Not: Bu kelime bana Yunan mitolojisindeki Hermes ve Afrodit adlı tanrı ve tanrıçanın ismini alan çift cinsiyetlilik sendromunu ifade eden “hermafrodit” kelimesini çağrıştırdı).

Cism-i latif: (Arapça) Beş duyuyla kavranamayan melek, cin vb. varlıklar.

Kakavan: Gulyabani adlı eserde ve benim yukarıdaki hikâyemde “ihtiyarlamış, kocamış kadın” anlamına geliyor. Bir diğer anlamı ise “kendini bir şey sanan, sevimsiz”.

Ehven-i şer: (Arapça) Kötü olanların içinde en iyi seçenek.

Helecan: (Arapça) Kalp çarpıntısı, çırpıntı (Not: heyecan ile karıştırmayınız).

Hazen Kebira: (Arapça) “Allahım sen büyüksün!”, “Aman Allahım” gibi anlamlara gelen şaşırma ifadesi.

Çarşambakarısı: Ürkütücü masal varlıkları (Not: Evliya Çelebi’nin paranormal anılarını anlattığı hikâyelerinde bu ifade bolca geçer. Ayrıca Çarşamba geceleri evinde temizlik yapmış olanların evine gidip evi pislettiğine, yarım kalmış işleri bozup karıştırdığına ve evdeki çocukları alıp kaçırdığına inanılan hortlak türevi yaratıklar olarak da ifade edilirler. Bu inanış günümüzde bazı yörelerde hâlâ devam etmekte olup Çarşamba günleri bu sebeple ev süpürme, çamaşır yıkama vb. işlerin yapılmadığını da eklemek isterim).

Heyula: (Arapça) Korkunç hayal.

Dikkat ettiyseniz hikâyemi bir sona erdirmeden (düğümü çözmeden) bıraktım. Zira buradaki amacım, okuyucuda bir tür Zeigarnik etkisi oluşturmak. Böylece okuyucular yarım kalmış olan bu hikâyeyi kendilerince bir sona bağlama ve gerilimi çözme isteği duyabilirler. O zaman bir bonusla yazımı sonlandırayım:

Zeigarnik etkisi: İsmini, etkiyi literatüre kazandıran Rus psikolog Bluma Zeigarnik’ten alır. Tamamlanmamış, yarım kalmış işlerin tamamlanmış işlere göre daha çok akılda kaldığını ifade eden bir tür psiklolojik etkidir. Zira tamamlanmamış bir iş olduğunda beyin, bu işi tamamlamak isteyip gerilimi sonlandırma eğilimi gösterir. Bu sebeple tamamlanmamış işler daha çok akılda kalır. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Mor Nazar Boncuğunun Bana Çağrıştırdıkları

Geçtiğimiz günlerde yeni bir dükkân açan yakın arkadaşıma hediye olarak mor bir nazar boncuğu getirdim. Arkadaşımın mor nazar boncuğuna verd...