Önüne geldiği her kavramı önemsizleştiren, eğip büken bir ön ekten
bahsetmek istedim bugün. “Post” ön ekinden. Post ön ekiyle ilgili bir yazı
yazma fikrim, Bülent Aksoy’un Kelimelerin
Dünyasında Gezintiler kitabını okurken oluştu. Yazar, kitabında “Post Önekinin Önlenemez Tırmanışı”
başlığı altında söz konusu ekin serüvenini köken bilimi kapsamında çok akıcı ve
bilgi verici bir şekilde açıklamış. Daha sonra bir pazarlama akademisyeninin
postmodern pazarlama ile ilgili bir yazısına denk gelmemle birlikte post ön
ekiyle ilgili yazma fikrim olgunlaştı. Aslında post ön ekini gözden kaçırmak ya
da göz ardı etmek pek olası değil. Özellikle benim gibi kelimelere meraklı “logofiller”
için durumun böyle olduğunu söyleyebilirim. Zira günümüzde post ön ekinin
anlamını şekillendirdiği, eğip büktüğü pek çok kavram dolaşımda. Tıpkı “postmodern”
ya da Oxford sözlüğünün 2016 yılının kelimesi seçtiği “post-truth” gibi.
Latince kökenli olan post, söz konusu dilde “sonra” anlamına gelen bir edat
görevinde kullanılmıştır. Batı dillerine geçtikten sonra başlı başına bir
kelime olmaktan çıkıp bir ön ek hâline gelmiş ve eklendiği köke “sonrası”, “sonra”
gibi anlamlar katmıştır. Zamanla anlamı genişleyen post, eklendiği köke “sonra”
ya da “sonrası” gibi anlamlar yüklemenin bir hâyli “ötesine” geçmiştir. Zira özellikle
“postmodernizm” ile birlikte eklendiği her kavrama, kavramın anlamından oldukça
“öte” bir anlam katar olmuştur. Tıpkı “post-truth” kavramında olduğu gibi. Bu noktada
post-truth kavramı, hakikatin artık önemini kaybettiği, hatta belki de olmadığı
(!), hakikatin ötesi en aykırı şeylerin bir arada kabul edilebilir olduğu bir
dünyayı tanımlamakla birlikte, bu dünyanın bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Post-truth,
beraberinde zıtların birlikteliğini getirmiştir. Hâl böyle olunca “subjektif
doğrular”, sosyal medyanın da etkisiyle bir tür viral etki oluşturup hızla yayılabilmekte
ve tekrarlandıkça takipçi kazanıp “nesnel doğrulara” dönüşebilmektedir. Her türlü
“saçmalık”, yine sosyal medyanın aracılığıyla dolaşıma sokulup itibar görerek
yaygınlık kazanabilmektedir. Post-truth, mutlak akılcılığın karşısına, bir
diğer zıtların birlikteliği olan “mutlak göreliliği” koymakta ve bununla
beslenmektedir. Dolayısıyla en aykırı şeylerin bir arada kabul edilebilir
olduğu pek çok örnekle karşılaşılabilmektedir.
Şu an Logophile bloğumda olduğumuza göre burada post-truth’un sadece kelime
düzeyindeki çağrışımlarıyla ilgilendiğimi belirtmek isterim. Bu noktada post-truth’un
ivme kazandırdığı “oksimoron”
kelimelerden bahsetmek istiyorum. Zira adını Yunanca oxus (keskin) ve moron
(aptalca) kelimelerinin birleşiminden alan oksimoron kelimeler de “zıtların
birlikteliğinden” oluşmaktadır. Başka bir deyişle oksimoron kelimeler, birbiriyle
çelişen, bütünüyle zıt iki kavramın bir arada kullanılmasıyla oluşan kelime
öbekleridir. Örneğin istatistik derslerinde karşılaştığınız “sabit değişken” ya
da ders seçerken karşılaştığınız “zorunlu seçmeli” gibi kelime öbekleri,
zıtların birlikteliğini barındırması açısından oksimorondur. Ya da “özel halk
otobüsü”, “kötü şans”, “sessizce haykırmak”, “yaşayan ölü”, “kaotik düzen”, “karşılıklı
altruism” gibi ifadeler de zıtlıkların birlikteliği açısından oksimorona örnek
oluşturur.
Aksoy, Kelimelerin Dünyasında Gezintiler kitabında sosyal medyanın tam bir
post-truth yuvası olduğunu söylüyor. Buradan yola çıkarak sosyal medyanın aynı
zamanda tam bir oksimoron yuvası olduğunu da söyleyebiliriz. Zira kendi
alanımla ilgili yaptığım küçük çaplı netnografik araştırmalar kapsamında
incelediğim yorumlar bile pek çok oksimoron örneği barındırıyor: “Korkunç güzel”
(bir reklama yönelik yapılmış yorumdu), “ciddi derecede komik” (bir reklama
yönelik başka bir yorumdu), “dehşet güzel” (bir reklamdaki ünlü kişiye yönelik
yapılmış bir yorumdu) gibi.
Oksimoronun edebiyat sanatında da anlamı derinleştirmek ya da dikkat
çekicilik sağlamak için sıklıkla kullanıldığını görebiliriz. Oksimoronun Türk
edebiyatında edebi sanat olarak karşılığı tezattır. Örneğin Abdurrahim Karakoç’un
Mihriban adlı şiirindeki “lambada titreyen alev üşüyor” dizesinde oksimoronun
(tezatın) anlamı derinleştirme görevinde olduğunu söyleyebiliriz. Zira buradaki
oksimoronla (alevin üşümesi) lambanın gazının bitmek üzere olduğu ama hâlâ
Mihriban’ı düşünmekten vazgeçemediği vurgusu yapılıyor. Fransız şair ve yazar
Victor Hugo’nun da ölmeden önceki son sözlerinin oksimoron barındırdığını
görüyoruz:
“Siyah bir ışık görüyorum.” (Victor Hugo)
Post-truth döneminin oksimoronları, ne yazık ki edebiyatçıların oksimoron
örnekleri gibi derin anlamlar barındırmaktan çok uzak. Zira “gerçek” anlamın
bir hâyli esnetildiği, eğilip büküldüğü, artık gerçek anlamın ne olduğunun
belirsizleştiği bir dönemin içindeyiz. Derindeki anlam yalnızlaştı; çünkü
kimsenin umurunda değil. Bu yalnızlaşmayı kelimelerin yolculuklarında da
görmemiz mümkün. Çoğu kişi günlük ya da resmi dilde kullandığı kelimelerin
özünü, kökünün nereden geldiğini umursamaz. Böylece kelimenin kökü yalnızlaşır,
kelime özdeki anlamından zamanla uzaklaşır ve farklı anlamları ifade etmek için
kullanılır. Yalnızlaşma demişken tek kelimelik bir oksimoron örneğiyle yazımı
sonlandırmak isterim. Bu oksimoron, bence post-truth dönemi insanlarının sanal
topluluklar ya da kalabalıklar içinde fark etmedikleri veya kendilerine itiraf
etmekten korktukları ya da fiziki dünyada sırf ondan korktukları için asla bir
arada olmayı tercih etmeyecekleri insanlarla bir arada olarak zıtlıklar birliği
oluşturabildikleri bir durum hâlinden oluşuyor: Yalnızlık.
İşte bu kelimenin “yalın-ız (yalnız)” kökünün birinci çoğul şahıs çekiminden tek kelimelik
oksimoron doğuyor:
“Yalnızız.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder