9 Nisan 2023 Pazar

Post-truth Kavramından "Yalnızız" Oksimoronuna Bir Yolculuk

 

Önüne geldiği her kavramı önemsizleştiren, eğip büken bir ön ekten bahsetmek istedim bugün. “Post” ön ekinden. Post ön ekiyle ilgili bir yazı yazma fikrim, Bülent Aksoy’un Kelimelerin Dünyasında Gezintiler kitabını okurken oluştu. Yazar, kitabında “Post Önekinin Önlenemez Tırmanışı” başlığı altında söz konusu ekin serüvenini köken bilimi kapsamında çok akıcı ve bilgi verici bir şekilde açıklamış. Daha sonra bir pazarlama akademisyeninin postmodern pazarlama ile ilgili bir yazısına denk gelmemle birlikte post ön ekiyle ilgili yazma fikrim olgunlaştı. Aslında post ön ekini gözden kaçırmak ya da göz ardı etmek pek olası değil. Özellikle benim gibi kelimelere meraklı “logofiller” için durumun böyle olduğunu söyleyebilirim. Zira günümüzde post ön ekinin anlamını şekillendirdiği, eğip büktüğü pek çok kavram dolaşımda. Tıpkı “postmodern” ya da Oxford sözlüğünün 2016 yılının kelimesi seçtiği “post-truth” gibi.

Latince kökenli olan post, söz konusu dilde “sonra” anlamına gelen bir edat görevinde kullanılmıştır. Batı dillerine geçtikten sonra başlı başına bir kelime olmaktan çıkıp bir ön ek hâline gelmiş ve eklendiği köke “sonrası”, “sonra” gibi anlamlar katmıştır. Zamanla anlamı genişleyen post, eklendiği köke “sonra” ya da “sonrası” gibi anlamlar yüklemenin bir hâyli “ötesine” geçmiştir. Zira özellikle “postmodernizm” ile birlikte eklendiği her kavrama, kavramın anlamından oldukça “öte” bir anlam katar olmuştur. Tıpkı “post-truth” kavramında olduğu gibi. Bu noktada post-truth kavramı, hakikatin artık önemini kaybettiği, hatta belki de olmadığı (!), hakikatin ötesi en aykırı şeylerin bir arada kabul edilebilir olduğu bir dünyayı tanımlamakla birlikte, bu dünyanın bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Post-truth, beraberinde zıtların birlikteliğini getirmiştir. Hâl böyle olunca “subjektif doğrular”, sosyal medyanın da etkisiyle bir tür viral etki oluşturup hızla yayılabilmekte ve tekrarlandıkça takipçi kazanıp “nesnel doğrulara” dönüşebilmektedir. Her türlü “saçmalık”, yine sosyal medyanın aracılığıyla dolaşıma sokulup itibar görerek yaygınlık kazanabilmektedir. Post-truth, mutlak akılcılığın karşısına, bir diğer zıtların birlikteliği olan “mutlak göreliliği” koymakta ve bununla beslenmektedir. Dolayısıyla en aykırı şeylerin bir arada kabul edilebilir olduğu pek çok örnekle karşılaşılabilmektedir.

Şu an Logophile bloğumda olduğumuza göre burada post-truth’un sadece kelime düzeyindeki çağrışımlarıyla ilgilendiğimi belirtmek isterim. Bu noktada post-truth’un ivme kazandırdığı  “oksimoron” kelimelerden bahsetmek istiyorum. Zira adını Yunanca oxus (keskin) ve moron (aptalca) kelimelerinin birleşiminden alan oksimoron kelimeler de “zıtların birlikteliğinden” oluşmaktadır. Başka bir deyişle oksimoron kelimeler, birbiriyle çelişen, bütünüyle zıt iki kavramın bir arada kullanılmasıyla oluşan kelime öbekleridir. Örneğin istatistik derslerinde karşılaştığınız “sabit değişken” ya da ders seçerken karşılaştığınız “zorunlu seçmeli” gibi kelime öbekleri, zıtların birlikteliğini barındırması açısından oksimorondur. Ya da “özel halk otobüsü”, “kötü şans”, “sessizce haykırmak”, “yaşayan ölü”, “kaotik düzen”, “karşılıklı altruism” gibi ifadeler de zıtlıkların birlikteliği açısından oksimorona örnek oluşturur.

Aksoy, Kelimelerin Dünyasında Gezintiler kitabında sosyal medyanın tam bir post-truth yuvası olduğunu söylüyor. Buradan yola çıkarak sosyal medyanın aynı zamanda tam bir oksimoron yuvası olduğunu da söyleyebiliriz. Zira kendi alanımla ilgili yaptığım küçük çaplı netnografik araştırmalar kapsamında incelediğim yorumlar bile pek çok oksimoron örneği barındırıyor: “Korkunç güzel” (bir reklama yönelik yapılmış yorumdu), “ciddi derecede komik” (bir reklama yönelik başka bir yorumdu), “dehşet güzel” (bir reklamdaki ünlü kişiye yönelik yapılmış bir yorumdu) gibi.

Oksimoronun edebiyat sanatında da anlamı derinleştirmek ya da dikkat çekicilik sağlamak için sıklıkla kullanıldığını görebiliriz. Oksimoronun Türk edebiyatında edebi sanat olarak karşılığı tezattır. Örneğin Abdurrahim Karakoç’un Mihriban adlı şiirindeki “lambada titreyen alev üşüyor” dizesinde oksimoronun (tezatın) anlamı derinleştirme görevinde olduğunu söyleyebiliriz. Zira buradaki oksimoronla (alevin üşümesi) lambanın gazının bitmek üzere olduğu ama hâlâ Mihriban’ı düşünmekten vazgeçemediği vurgusu yapılıyor. Fransız şair ve yazar Victor Hugo’nun da ölmeden önceki son sözlerinin oksimoron barındırdığını görüyoruz:

“Siyah bir ışık görüyorum.” (Victor Hugo)

Post-truth döneminin oksimoronları, ne yazık ki edebiyatçıların oksimoron örnekleri gibi derin anlamlar barındırmaktan çok uzak. Zira “gerçek” anlamın bir hâyli esnetildiği, eğilip büküldüğü, artık gerçek anlamın ne olduğunun belirsizleştiği bir dönemin içindeyiz. Derindeki anlam yalnızlaştı; çünkü kimsenin umurunda değil. Bu yalnızlaşmayı kelimelerin yolculuklarında da görmemiz mümkün. Çoğu kişi günlük ya da resmi dilde kullandığı kelimelerin özünü, kökünün nereden geldiğini umursamaz. Böylece kelimenin kökü yalnızlaşır, kelime özdeki anlamından zamanla uzaklaşır ve farklı anlamları ifade etmek için kullanılır. Yalnızlaşma demişken tek kelimelik bir oksimoron örneğiyle yazımı sonlandırmak isterim. Bu oksimoron, bence post-truth dönemi insanlarının sanal topluluklar ya da kalabalıklar içinde fark etmedikleri veya kendilerine itiraf etmekten korktukları ya da fiziki dünyada sırf ondan korktukları için asla bir arada olmayı tercih etmeyecekleri insanlarla bir arada olarak zıtlıklar birliği oluşturabildikleri bir durum hâlinden oluşuyor: Yalnızlık.

İşte bu kelimenin “yalın-ız (yalnız)” kökünün birinci çoğul şahıs çekiminden tek kelimelik oksimoron doğuyor:

“Yalnızız.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Mor Nazar Boncuğunun Bana Çağrıştırdıkları

Geçtiğimiz günlerde yeni bir dükkân açan yakın arkadaşıma hediye olarak mor bir nazar boncuğu getirdim. Arkadaşımın mor nazar boncuğuna verd...