22 Temmuz 2023 Cumartesi

Türk Dil Kurumunun Son Güncellemeleri Üzerine

Geçtiğimiz günlerde Türk Dil Kurumu (TDK), sözlükte birtakım güncellemeler yaparak bazı kelimelerin yazımını değiştirdi. Bu güncellemeleri bloguma taşımamın sebebi ise bir önceki “Galatımeşhur, Lugat-ı Fasihten Yeğ Midir?" başlıklı yazımdır. TDK’nin yaptığı değişikliklere baktığım zaman galatımeşhurun, gerçekten de lugat-ı fasihten yeğ olduğunu anladım. Zira TDK tarafından yapılan bazı güncellemelerin, kelimenin halk dilindeki yanlış kullanımından kaynaklandığı ifade edilebilir. Örneğin önceki hâli “kayyum” olan kelime “kayyım”, “pilili” olan kelime “pileli, “boy bos” olan ifade “boy pos”, “kümeden düşmek” olan ifade ise “küme düşmek” olarak güncellenmiş. Dolayısıyla bu güncellemelerde söz konusu ifadelerin halk dilindeki yaygın kullanımından yola çıkılarak, başka bir deyişle galatımeşhurun lugat-ı fasihten yeğ olduğu düşünülerek hareket edildiği söylenebilir. Zira TDK’nin, bu kelimeleri güncellerken halk dilinde yanlış da olsa sıklıkla kullanılan biçimleri benimsediği görülüyor.

Güncellemelerde ilgimi çeken bir diğer husus, “yeşil biber”, “yeşil fasulye,” “yeşil soğan” gibi ifadelerin yazımında yapılan güncelleme oldu. Önceki yazımları bitişik olan bu ifadeler (önceden yeşilbiber, yeşilfasulye, yeşilsoğan olarak yazılıyordu) artık ayrı yazılıyor. Peki ama neden? TDK’nin “Renk ismi ile kurulan sebze, meyve, hayvan ve coğrafi alan isimleri bitişik yazılır,” şeklinde bir kuralı vardı. Artık bu kural yok mu? Bu kural artık yok ise kırmızıbiber neden hâlâ sözlükte bitişik yazılıyor? Yeşil biberin kırmızıbiberden farkı ne? Bu arada renk ismi ile kurulan alabalık kelimesinin de sözlükle hâlâ bitişik yazıldığını ifade etmek isterim.

Kafamı karıştıran bir diğer güncelleme ise “hasır altı” ifadesindeki değişiklik oldu. İfadenin önceki hâli “hasıraltı” şeklinde bitişik yazılıyordu ve bu hâliyle TDK’nin konuya yönelik kuralına da gayet uygundu. Zira TDK’ye göre “Üst, üzeri, alt sözcükleri somut olarak yer bildirmeyen kelimelerin sonuna getirilip soyut bir anlam kazandığında bitişik yazılır.” Örneğin “bilinçaltı, gerçeküstü, yüzüstü, olağanüstü” gibi. Bir işi bile isteye örtbas etmek anlamındaki hasır altı da bunlardan biriydi. Ama artık değil. Peki neden? Bu kural da artık yok mu? Yok ise “bilinçaltı, gerçeküstü” vb. diğer kelimeler neden hâlâ bitişik yazılıyor? Hasır altının diğer kelimelerden ne farkı var?

Yukarıdaki sorular ve belirsizliklerin dışında yerinde bulduğum güncellemeler de yok değil. Örneğin önceki hâli “unvan” olan kelime “ünvan”, “Allah müstahakını versin” olan ifade ise “Allah müstahakkını versin” olarak güncellenmiş. Zira makale redaktörlüğü yaparken yazarların ünvan olarak hatalı yazdıkları kelimeyi unvan olarak değiştirmekten yorulmuştum (bu arada Word hâlâ unvan olarak otomatik düzeltiyor=)). Öte yandan “layık” anlamına gelen müstahak kelimesinin ise belirtme eki aldığından neden müstahakkı değil de müstahakı olarak yazıldığını merak etmiyor değildim. Burada TDK’ye bir öneri yapmadan geçemeyeceğim. Halk ağzında söz konusu kelimenin müstahak olarak değil de sıklıkla müstehak olarak, yani –a harfi yerine –e harfi ile kullanıldığına şahit oluyorum. Gözlemci yanlılığı yapmak istemem tabii. Belki de sadece benim çevremdeki insanlar müstahak yerine müstehak kelimesini tercih ediyorlardır. Yine de bu konunun araştırılmaya değer olduğunu belirtmeliyim. Belki bir sonraki güncellemede yine galatımeşhur, lugat-ı fasihten yeğ olup müstahak yerine müstehak benimsenebilir. Sadece bir öneri=)

Bonus:

TDK’nin bazı yabancı kelimelere bulduğu Türkçe karşılıklara bazı örnekler:

Aspiratör-Emmeç

First Lady-Başbayan

Navigasyon-Yolbul

Petrol-Yer yağı

Self-servis-Seçal

Smoothie-Karsanbaç

TDK’nin bazı yabancı kelimelere Türkçe karşılık bulduğu örneklerle yazımı sonlandırırken yeri gelmişken bir sonraki yazıma ilişkin de spoiler vermek isterim. Çeviri stratejileri!

Bu arada spoiler kelimesine TDK tarafından henüz bir Türkçe karşılık bulunmadı sanırım. Sizce spoiler kelimesinin Türkçe karşılığı ne olmalı?

9 Temmuz 2023 Pazar

Galatımeşhur, Lugat-ı Fasihten Yeğ Midir?

Arapça kökenli bir sözcük olan galat, yanlış kelime veya söz anlamındadır. Halk arasında yanlış kullanıla kullanıla zamanla hatalı söylenişleri benimsenip meşhur olan ve bu hâliyle kabul gören kelimeler ve deyimler galatımeşhur olarak bilinir. Galatımeşhur bir kelime, atasözü ve deyim, sık kullanım sonucunda doğrusunun yerini alır. Başka bir deyişle aslına galip gelir. Dolayısıyla galatımeşhuru, doğru bilinen yanlış olarak tanımlamaktansa yanlışın doğrunun yerini alarak benimsenmesi şeklinde tanımlamak daha uygun olur.

Galatımeşhur uzunca bir süre kullanılırsa galatımeşruya dönüşür. Zira galatımeşhur olmuş bir kullanımın halk arasında değiştirilmesi ve doğru anlamıyla kullanılması pek de mümkün olmaz. Hatta doğru şekliyle kullanılırsa anlaşılmak bir yana, bilakis pek çok yanlış anlaşılmayı beraberinde getirebilir. Tıpkı bir önceki cümlede kullanmış olduğum “bilakis” kelimesinde olduğu gibi. Her ne kadar burada doğru anlamıyla kullanılmış olsa da bilakis kelimesi halk arasında çoğunlukla bilhassa kelimesi yerine kullanılarak bir galatımeşhura dönüşmüş durumdadır. “Tam tersine” anlamına gelen bilakis, “özellikle” anlamına gelen bilhassa kelimesi yerine kullanılarak bir galatımeşhur olmaktan kaçamaz.

Galatımeşhur kullanımların en ilginç özelliklerinden biri galatımeşhur bir kelimenin zamanla doğru anlamının tam tersi bir anlam kazanarak benimsenmesidir. Fakat burada galatımeşhurun bir kontranime dönüşmektense sadece asıl anlamının zıddı sayılabilecek bir anlama büründüğünün bilinmesi gerekir. Zira kontranim, zıt anlamlara gelen iki anlam barındıran kelimelerdir. Örneğin İngilizcede  “toz”, “kir” gibi anlamlara gelen dust kelimesi aynı zamanda “temizlemek”, “düzenlemek” gibi tam tersi anlamları da karşılar. Türkçede ise kontranime örnek olarak “dehşet” kelimesi verilebilir. Zira dehşet, hem “korkunç bir şey karşısında duyulan ürküntü” hem de “olağanüstü şeyler karşısında olumlu yönde şaşma” anlamlarını karşılar. Örneğin “Yılan görünce dehşeye kapıldı,” ve “Dehşet bir güzellik,” cümlelerinde olduğu gibi. Öte yandan paragrafın başında bahsi geçen özellikte bir galatımeşhur ise asıl anlamının tam tersi sayılabilecek sadece tek bir anlama bürünür. Örneğin “müthiş” kelimesinde olduğu gibi. Zira gerçekte “korkunç”, “korkuya düşüren”, “dehşetli (korkunç anlamında)” gibi anlamlara sahip olan müthiş, halk arasında zamanla gerçek anlamının tam tersi sayılabilecek “muhteşem” anlamıyla benimsenmiştir ve hâlâ da bu anlamıyla kullanılır. Bu durumda galatımeşhur olan müthiş, zamanla galatımeşruya dönüşürse ve “muhteşem” anlamıyla da sözlüklere resmi olarak girerse bir kontranim hâline gelmiş olur.

Halk arasında kulaktan kulağa yanlış aktarılıp hatalı kullanılarak galatımeşhura dönüşmüş pek çok atasözü ve deyim de mevcuttur. Örneğin doğru kullanımı “Kısa kes, Aydın abası olsun” (Aydın’daki efelerin abalarının kısa olması sebebiyle) olması gereken ifadenin, “Kısa kes, Aydın havası olsun,” şeklinde ya da doğru kullanımı “Sü uyur, düşman uyumaz,” (sü, asker, ordu gibi anlamlara gelir) olması gereken ifadenin “Su uyur, düşman uyumaz,” şeklinde kullanılması gibi. Buna ek olarak sıklıkla “Göz var, nizam var,” şeklinde hatalı kullanılan ifadenin aslı “Göz var, izan var,” şeklinde, “ince eleyip sık dokumak” ifadesinin aslı ise “ince eğirip sık dokumak” şeklindedir.

Galatımeşhur kelimelerin en ilginç özelliklerinden bir diğeri de “anlam çiftlenmesi” olayıdır. Bu özelliği anlam çiftlenmesi olarak tanımlıyorum. Zira bu türdeki galatımeşhurlar, zaten kelimenin özünde mevcut olan anlamın, kelimeye birtakım ekler ve/veya ifadeler eklenerek “çiftlenmesiyle” oluşuyor. Burada dikkat edilmesi gereken, anlamın “pekiştirilmesi” değil, “çiftlenmesi”dir. Dolayısıyla bu tür galatımeşhurlarda anlamın pekiştirilmesi söz konusu değildir. Bilakis bu durum, anlatım bozukluğuna sebep olur. Örneğin özünde “ince fark, ayırtı” anlamını taşıyan nüans kelimesi, “ince bir nüans” şeklinde kullanıldığında bu türden bir galatımeşhura dönüşür. Benzer şekilde sıklıkla “evlatlar”, “evliyalar” şeklinde “sözüm ona” çoğul kullanılan galatımeşhurlar da anlam çiftlenmesi olayına örnektir. Zira evlat (çocuklar) kelimesi zaten velet (çocuk) kelimesinin çoğulu, evliya kelimesi de veli kelimesinin çoğuludur. Fakat velet kelimesi, halk arasında çocukları azarlamak için kullanılan bir söz olarak benimsendiğinden (galatımeşhura dönüştüğünden) bu kelimenin sözlüklere söz konusu azarlama anlamıyla da girmiş olduğunun bilinmesi gerekir.

Galatımeşhurlar, yanlış duyma sonucu hatalı kullanılarak dile geçip benimsenen kelime ve ifadelerdir. Dolayısıyla galatımeşhurun oluşmasındaki en önemli etken, kelimenin yanlış duyulmasıdır. Galatımeşhurların zamanla gerçek anlamının yerini alması ve gerçek anlamını unutturması sebebiyle galatımeşhurlar, bu yazının başlığında da kullanılan deyişle ifade edilerek “lugat-ı fasihten yeğ (evlâ)” olarak nitelendirilir. Bu deyiş, “çok bilinen ve yaygın kullanılan bir yanlış ifadenin, sözlükteki doğrusundan daha iyi (yeğ) olduğu” anlamına gelir. Bu deyişe katılmıyorum. Bir kelimenin yanlış/hatalı kullanıla kullanıla gerçek anlamının yok olması ve galatımeşhurun gerçek anlamı bir virüs gibi ele geçirerek yok etmesi bana göre “daha iyi” bir şey değil. Zira bir galatımeşhur, toplumun her kesimi tarafından benimsenmemiş olabilir. Yani bir galatımeşhur, galatımeşruya dönüşmemişse beraberinde karışıklık getirebilir. Bu noktada arkadaşının “Nasıl görünüyorum?” sorusuna kelimenin asıl anlamını kullanarak “Müthiş!” diyen biri, arkadaşının bu ifadeyi “muhteşem” olarak algılaması sonucunda kelimeyi doğru anlamıyla kullanmış olmasına rağmen duygularını doğru bir şekilde ifade edememiş olur. Dolayısıyla bir galatımeşhur, galatımeşruya dönüşmediği sürece lugat-ı fasihten yeğ olamaz.

Galatımeşhurun oluşmasındaki en önemli etkenin, kelimenin yanlış duyulması ve bu hâliyle kullanıma girmesi olduğunu yukarıdaki paragrafta belirtmiştim. Öte yandan yanlış yazıla yazıla hatalı kullanılan kelimeler de mevcuttur. Buna ilişkin örnekleri bir önceki yazımda bulabilirsiniz. Bir önceki yazımla birlikte LogoPhile blogumda kelimelerin hatalı kullanımına ilişkin küçük bir seri oluştuğunu fark ettim. Bu seriyi “hatalı çeviri örnekleri” ve “çeviri facialarıyla” devam ettireceğime ilişkin bir spoiler verip yazımı sonlandırıyorum. 

10 Haziran 2023 Cumartesi

Türkçede Yanlış Kullanılan Bazı Kelimeler Üzerine

Geçenlerde Nev’in Sükut-u Hayal şarkısına YouTube’da denk geldiğimde bu yazıyı yazma fikrim şekillendi. Zira yazının başlığından da anlaşılacağı üzere bu yazım, Türkçede yanlış kullanılan bazı kelimeler üzerine. Nev’in söz konusu şarkısının adının yazılışındaki hata ile başlayalım o hâlde. Türkçede hayal kırıklığını ifade etmek için sükut-u hayal ifadesi sıklıkla kullanılsa da kelimenin doğru yazımı sukutuhayal şeklinde olmalıdır. Arapça kökenli ve eskimiş bir kelime olan sukutuhayal ifadesindeki sukut, “düşme” anlamına gelir. Öte yandan Türkçede sıklıkla hatalı bir şekilde kullanılan sükut ise “susma”, “sessizlik” gibi anlamlara gelir. Dolayısıyla hayal kırıklığını ifade etmek için “hayallerim sustu,” yerine “hayallerim (suya) düştü,” demek daha uygun olacağından hayal kırıklığı ifadesinin doğru kullanım biçimi de sukutuhayal şeklindedir (Bir not: “hayallerim sustu,” ifadesi de bence fena olmadı. Hatta kulağa epey şiirsel geliyor sanki. Siz yine de kelimenin doğru kullanım biçiminin sukutuhayal olduğunu aklınızda bulundurunuz. “Hayallerim sustu,” ifadesini beğendiyseniz sükut-u hayal ifadesini kullanmaya devam edebilirsiniz. Tabii gerçekte ne anlama geldiğini bilmek koşuluyla=))

“Nev çok naif bir insan,” cümlesinde eğer Nev’in “ince ruhlu”, “hassas” ve “duygusal olma” özelliklerine vurgu yapıyorsanız burada kullanmış olduğunuz “naif” kelimesi de Türkçede sıklıkla karşılaştığımız hatalı kullanımın bir diğer örneğini oluşturur. Zira naif kelimesi, deneyimsiz ve acemi gibi anlamlara gelir. Duygusal, ince ruhlu, hassas gibi anlamlara gelen kelimenin doğru yazımı ise nahif olmalıdır. Dolayısıyla birinin deneyimsiz ve acemi olduğunu ifade etmek için naif, hassas ve ince ruhlu olduğunu ifade etmek için ise nahif kelimesi tercih edilmelidir.

Nahif kelimesinden konu açılmışken nahifle benzer bir anlama sahip olmakla birlikte Türkçede sıklıkla hatalı kullanılan ve nokta işareti kullanımının önemini gözler önüne seren bir diğer kelimeden bahsedeyim: Mütehassis. “Duygulanmış” anlamına gelen mütehassis, i harfi yerine ı kullanılarak söylenip yazıldığında “uzman” anlamında kullanılmış olur. Zira söz konusu kelimenin “ı” harfi kullanılarak yazılmasıyla oluşan mütehassıs, uzman anlamına gelir.

“Nahif bir kişiliğe sahip Nev’i, insanın ruhuna dokunan şarkılarından dolayı taktir ediyorum,” cümlesinde ise her ne kadar nahif kelimesi doğru kullanılmış olsa da “taktir ediyorum” ifadesinin doğru kullanılmadığı görülür. Zira burada “beğenme”, “değer verme” anlamlarına gelen takdir kelimesinin kullanılması gerekirken “damıtma” anlamına gelen taktir kelimesi kullanılmıştır.

Son olarak “Nev’in şarkılarını oldukça beğeniyorum,” cümlesindeki oldukça kelimesi de Türkçede sıklıkla hatalı bir şekilde kullanılan kelimelerden bir diğeridir. Zira oldukça kelimesini insanlar genellikle “çok”, “çokça” gibi anlamlarda kullanır. Oysaki oldukça kelimesinin “çok” anlamı yoktur. Oldukça kelimesi, “olabildiğince”, “olabildiği kadar” gibi anlamlara gelir (İngilizcedeki fair enough ifadesinin Türkçedeki karşılığı, oldukça kelimesidir). Dolayısıyla paragraf başındaki cümlenin “Nev’in şarkılarını çok beğeniyorum,” şeklinde ifade edilmesi gerekir.

Şimdi anlamlarını ve doğru yazımlarını öğrendiğimiz kelimeleri kullanarak minik bir paragraf yazalım ve öğrenmeyi pekiştirelim=)

…Bu dünya nahiflere göre değildi. Çünkü bu dünyada nahifler için sukutuhayalden başka bir şey yoktu. Nahifler yine de hayata tutunmaya oldukça çabalıyorlardı. Hiçbir şey karşısında mütehassis olmamaya da. Çünkü takdir görmenin tek yolu bu gibiydi…

Notlar ve Tartışmalar:

     1) Yazıya Nev’in söz konusu şarkı örneğiyle başladığım için yazının biçimsel bütünlüğü açısından diğer örnek cümlelerde de Nev ismini tercih ettim.

2) Türkçede hatalı kullanılan kelimeler tabii ki bu yazıdakilerle sınırlı değil. Okuyucuyu yormamak için bu kelimelerin sadece birkaçına yer verdim. İleride yazmayı planladığım blog yazılarımda diğer hatalı kelime kullanımlarına yer vereceğim.

3) Hatalı kullanılan kelimelerin genellikle Arapça kökenli ve eskimiş kelimeler olduğu söylenebilir. Bu noktada okuyucu, “Ben zaten bu kelimeleri kullanmıyorum. Günceli varken eskisini n’apayım ki !” şeklinde bir serzenişte bulunabilir. Böyle düşünen okuyucuların haklılık payı olmakla birlikte günümüzde Türkçesi varken İngilizcesi “itiraz edilmeden” tercih edilen pek çok kelimenin de olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.

4) Kelime tercihiniz, kelime dağarcığınız ve üslubunuz, sizin idiolektinizi (bireysel dil, bireydil, kişiye özgü dil) oluşturur. İdiolektiniz ise düşünce yapınızı şekillendirir. Dolayısıyla kelime dağarcığınızı ne kadar geliştirirseniz ufkunuz da o kadar genişleyebilir. Dağarcığınızı geliştirirken de kelimeyi doğru bir şekilde öğrenmek ve doğru bağlamda kullanmak çok önemlidir ("...oldukça önemlidir," şeklinde yazmadığıma dikkat ediniz=))

5) Ezcümle, kelimelerin dünyasında yolculuk muhteşemdir! 

Bir sonraki yazım için spoiler içerir:

Eğer siz de “…kelimelerin dünyasında yolculuk muhteşemdir,” cümlesindeki “muhteşem” kelimesi yerine “müthiş” kelimesinin kullanılmasında bir sakınca görmüyorsanız bir sonraki yazım Galatımeşhur’u kaçırmayınız=)

15 Mayıs 2023 Pazartesi

Ebenezer Scrooge ve Bana Kelime Düzeyinde Kazandırdıkları

 

Müşkülpesent Scrooge, ilanihaye tamahkâr bir şekilde yaşayıp son nefesini kasvetli odasında yapayalnız ve mutsuzken verecekti. Tabii o üç hayaletle karşılaşmamış olsaydı…Geçmişin, şimdinin ve geleceğin hayaletleriyle karşılaşmak Scrooge için bir dönüm noktası olmuştu. Zira hayaletlerle olan yolculuklarında geçmiş anıları, şimdiki hayatı ve gelecekte yaşanabilecekler konusunda gördükleri, onu tamamıyla değiştirmişti. Bu yolculuklar sonucunda maddi olana düşkünlüğü, pintiliği ve her şeye karşı nefreti yerini maneviyata bırakmış, bundan sonraki hayatı boyunca insanlara yardım etmekten büyük bir zevk alan biri hâline gelmişti. Örneğin hayaletlerle karşılaşmadan önce Scrooge karanlığı çok severdi; çünkü karanlık ucuzdu. Hayaletlerle olan yolculuğundan sonra ise iyilik yapmanın getirdiği huzurla hayatı aydınlanmıştı. Önceleri yaprağın üstündeki bir böcek olmasına rağmen toz toprak içinde debelenen aç kardeşlerinden yakınırken, artık onların mutluluğuyla mutlu olabilen, onlara yardım etmekten büyük bir zevk alan bir Scrooge vardı. İsmi, her ne kadar bir zamanlar pinti, cimri ve açgözlü olması sebebiyle İngilizcede “pinti” anlamında sözlüklere girmiş olsa da değişimi sonucunda dönüştüğü kişi, artık hiç de bir “scrooge” olarak tanımlanamazdı.

Yukarıdaki italik kısmı Charles Dickens’in Bir Noel Şarkısı adlı kitabını okuduktan sonra yazmak istedim. Bunu yazmak istememin sebebi, kitaptan (tabii Türkçe çevirisinden)  öğrendiğim yeni bir kelime olan ve “sonsuza kadar, sonsuz” gibi anlamlara gelen “ilanihaye” kelimesini cümle içinde kullanarak kelimeyi belleğimde kalıcı bir hâle getirme hevesinden geliyor. Ayrıca Dickens’in kitapta kullandığı iki cümle de çok hoşuma gitmişti. Söz konusu cümleleri de bu nedenle yazıda kullanmak istedim. Cümleler şu şekilde:

“Karanlık ucuzdu, Scrooge karanlığı severdi.” (Scrooge’un dillere destan pintiliğine yönelik ifade edilen bir cümle)

“Yaprağın üstündeki böcek, toz toprağın içinde debelenen aç kardeşlerinden yakınıyor, Yüce Tanrım!” (şimdinin hayaletinin Scrooge’la ilgili söylemiş olduğu bir cümle)

Kitabı henüz okumamış olanlar için çok fazla detay vermek istemiyorum. Yine de kitabın bir kelime meraklısı (logofil) olarak en ilgimi çeken kısmı ve kitaba LogoPhile bloğumda yer vermek istememin temel sebebi, Ebenezer Scrooge ismindeki “hayali”  karakterin dillere destan pintiliği sebebiyle soyadının (scrooge) İngilizcede pinti anlamında sözlüklere gerçekten girmiş olmasıydı.

Ebenezer Scrooge’un betimlendiği pek çok görsel mevcut. Bu görsellerden en sevdiğimi aşağıda paylaştım.


Bana göre bu görsel Scrooge’un, hayaletlerle olan yolculuklarından önceki hâlini, herkese ve her şeye olan nefretini ve meşhur pintiliğini çok güzel bir şekilde betimliyor. Uzun kanca burnu, somurtmaktan kasları gerilmiş yüzü, sivri çenesi ve tehditkâr bakışlarıyla tam bir Ebenezer Scrooge betimlemesi.  Peki dönüşümü sonrasında Scrooge sizce nasıl görünüyordu? Hayal etmek bedava. Tıpkı bedava olduğu için Scrooge tarafından bir zamanlar çok sevilen karanlık gibi=)


25 Nisan 2023 Salı

Gulyabani Kelimeler

 

Gullar ve çarşambakarıları çember şeklinde bir araya gelmişler, ormanda raks ediyorlardı. Hazen Kebira! Gördüğüm heyula karşısında büyük bir helecana kapılmıştım. Tek isteğim onlara görünmeden oradan kaçmaktı. İçlerinden biri beni görürse kaçmak için hiçbir şansım kalmazdı. Beni hemen cin mahkemesine götürürlerdi. Orada hünsalar beni önce sorgular, şansım varsa kendilerine hizmetçi yaparlardı. Ya da cism-i latifler etrafımda dolanır, beni oradan oraya sürükleyip eğlenirlerdi. Şansım yoksa… İşte o zaman ömrüm (!) battal bir kuyuda sonsuza kadar gulların heyulalarıyla mücadele ederek ve işkenceler içinde geçerdi. Tam da bu düşünceler içinde kıvranıp dururken arkamdan kakavan bir kadın seslendi. “Cin sofrasına ziyafet olmak istemiyorsan benimle gel!” dedi. Kakavan kadının ürkütücülük konusunda, raks eden gullar ve çarşambakarılarından pek de bir farkı yoktu. Gözleri beni boğacakmış gibi dipsiz bir kuyu, ağzı beni yutacakmış gibi kulaklarına kadar genişti. Teni ise yılan derisi gibi pul puldu. Elindeki bastonu sanki her an yılan olup avına zehrini salıverecek gibi hareket edip duruyordu. Ama benim ehven-i şeri seçmekten başka bir seçeneğim yoktu. İstemeye istemeye de olsa kakavan kadının sözünü dinleyip peşine düştüm…

 

Yukarıdaki kısa hikâyeyi Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Gulyabani adlı eserini üçüncü kez okuyup bitirdikten sonra yazmak istedim. Yazar, söz konusu eserinde peri, cin gibi batıl inançlarla saf halkın nasıl kandırılıp sömürüldüğünü eğlenceli ve çarpıcı bir dille anlatır. Gulyabani daha sonra beyaz perdeye de taşınarak Yeşilçam’da kendine yer bulur. Süt Kardeşler adlı filmde saf ve temiz insanların Gulyabani ile korkutularak nasıl sömürülmeye çalışıldığı yine eğlenceli ve çarpıcı bir şekilde gösterilir. Gulyabani’yi bloğuma taşımamın sebebi ise tamamıyla kelimelere olan merakımdan geliyor. Zira okuduğum kitaplarda ilgimi çeken ve yeni öğrendiğim kelimeleri kısa hikâyeler yazarak kullanmayı çok seviyorum. Böylece kelimeleri daha kalıcı bir şekilde öğrenme imkânım oluyor. Ayrıca eseri üçüncü okumamda bile bu denli eğlenmem ve yeni kelimeler öğrenmem sebebiyle Gulyabani, bloğumda yer almayı sonuna kadar hak ediyor.

1912 tarihli Gulyabani adlı eserin kapağındaki Gulyabani görseli

Yukarıdaki hikâyemde muhtemelen ilk defa karşılaşacağınızı düşündüğüm kelimeleri liste hâlinde aşağıda anlamlarıyla birlikte sıraladım. Umarım sizin de yeni kelimeler ya da ifade biçimleri öğrenmenize vesile olabilirim. İşte Gulyabani’nin bana göre ilgi çekici kelimeler ve ifadeler listesi:

Gul: (Farsça) Hayalet, hortlak (Yüzüklerin Efendisi severlere bir not: Tokien’in kurgusal orta dünya evreninde Sauron’un şeytani hizmetkârlarına verilen isim olan “Nazgul”un nereden türediği ortaya çıkıyor).

Hünsa: (Arapça) Hem erkek hem de dişi üreme hücresi meydana getiren iki cinsiyetli, erdişi (Not: Bu kelime bana Yunan mitolojisindeki Hermes ve Afrodit adlı tanrı ve tanrıçanın ismini alan çift cinsiyetlilik sendromunu ifade eden “hermafrodit” kelimesini çağrıştırdı).

Cism-i latif: (Arapça) Beş duyuyla kavranamayan melek, cin vb. varlıklar.

Kakavan: Gulyabani adlı eserde ve benim yukarıdaki hikâyemde “ihtiyarlamış, kocamış kadın” anlamına geliyor. Bir diğer anlamı ise “kendini bir şey sanan, sevimsiz”.

Ehven-i şer: (Arapça) Kötü olanların içinde en iyi seçenek.

Helecan: (Arapça) Kalp çarpıntısı, çırpıntı (Not: heyecan ile karıştırmayınız).

Hazen Kebira: (Arapça) “Allahım sen büyüksün!”, “Aman Allahım” gibi anlamlara gelen şaşırma ifadesi.

Çarşambakarısı: Ürkütücü masal varlıkları (Not: Evliya Çelebi’nin paranormal anılarını anlattığı hikâyelerinde bu ifade bolca geçer. Ayrıca Çarşamba geceleri evinde temizlik yapmış olanların evine gidip evi pislettiğine, yarım kalmış işleri bozup karıştırdığına ve evdeki çocukları alıp kaçırdığına inanılan hortlak türevi yaratıklar olarak da ifade edilirler. Bu inanış günümüzde bazı yörelerde hâlâ devam etmekte olup Çarşamba günleri bu sebeple ev süpürme, çamaşır yıkama vb. işlerin yapılmadığını da eklemek isterim).

Heyula: (Arapça) Korkunç hayal.

Dikkat ettiyseniz hikâyemi bir sona erdirmeden (düğümü çözmeden) bıraktım. Zira buradaki amacım, okuyucuda bir tür Zeigarnik etkisi oluşturmak. Böylece okuyucular yarım kalmış olan bu hikâyeyi kendilerince bir sona bağlama ve gerilimi çözme isteği duyabilirler. O zaman bir bonusla yazımı sonlandırayım:

Zeigarnik etkisi: İsmini, etkiyi literatüre kazandıran Rus psikolog Bluma Zeigarnik’ten alır. Tamamlanmamış, yarım kalmış işlerin tamamlanmış işlere göre daha çok akılda kaldığını ifade eden bir tür psiklolojik etkidir. Zira tamamlanmamış bir iş olduğunda beyin, bu işi tamamlamak isteyip gerilimi sonlandırma eğilimi gösterir. Bu sebeple tamamlanmamış işler daha çok akılda kalır. 


9 Nisan 2023 Pazar

Post-truth Kavramından "Yalnızız" Oksimoronuna Bir Yolculuk

 

Önüne geldiği her kavramı önemsizleştiren, eğip büken bir ön ekten bahsetmek istedim bugün. “Post” ön ekinden. Post ön ekiyle ilgili bir yazı yazma fikrim, Bülent Aksoy’un Kelimelerin Dünyasında Gezintiler kitabını okurken oluştu. Yazar, kitabında “Post Önekinin Önlenemez Tırmanışı” başlığı altında söz konusu ekin serüvenini köken bilimi kapsamında çok akıcı ve bilgi verici bir şekilde açıklamış. Daha sonra bir pazarlama akademisyeninin postmodern pazarlama ile ilgili bir yazısına denk gelmemle birlikte post ön ekiyle ilgili yazma fikrim olgunlaştı. Aslında post ön ekini gözden kaçırmak ya da göz ardı etmek pek olası değil. Özellikle benim gibi kelimelere meraklı “logofiller” için durumun böyle olduğunu söyleyebilirim. Zira günümüzde post ön ekinin anlamını şekillendirdiği, eğip büktüğü pek çok kavram dolaşımda. Tıpkı “postmodern” ya da Oxford sözlüğünün 2016 yılının kelimesi seçtiği “post-truth” gibi.

Latince kökenli olan post, söz konusu dilde “sonra” anlamına gelen bir edat görevinde kullanılmıştır. Batı dillerine geçtikten sonra başlı başına bir kelime olmaktan çıkıp bir ön ek hâline gelmiş ve eklendiği köke “sonrası”, “sonra” gibi anlamlar katmıştır. Zamanla anlamı genişleyen post, eklendiği köke “sonra” ya da “sonrası” gibi anlamlar yüklemenin bir hâyli “ötesine” geçmiştir. Zira özellikle “postmodernizm” ile birlikte eklendiği her kavrama, kavramın anlamından oldukça “öte” bir anlam katar olmuştur. Tıpkı “post-truth” kavramında olduğu gibi. Bu noktada post-truth kavramı, hakikatin artık önemini kaybettiği, hatta belki de olmadığı (!), hakikatin ötesi en aykırı şeylerin bir arada kabul edilebilir olduğu bir dünyayı tanımlamakla birlikte, bu dünyanın bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Post-truth, beraberinde zıtların birlikteliğini getirmiştir. Hâl böyle olunca “subjektif doğrular”, sosyal medyanın da etkisiyle bir tür viral etki oluşturup hızla yayılabilmekte ve tekrarlandıkça takipçi kazanıp “nesnel doğrulara” dönüşebilmektedir. Her türlü “saçmalık”, yine sosyal medyanın aracılığıyla dolaşıma sokulup itibar görerek yaygınlık kazanabilmektedir. Post-truth, mutlak akılcılığın karşısına, bir diğer zıtların birlikteliği olan “mutlak göreliliği” koymakta ve bununla beslenmektedir. Dolayısıyla en aykırı şeylerin bir arada kabul edilebilir olduğu pek çok örnekle karşılaşılabilmektedir.

Şu an Logophile bloğumda olduğumuza göre burada post-truth’un sadece kelime düzeyindeki çağrışımlarıyla ilgilendiğimi belirtmek isterim. Bu noktada post-truth’un ivme kazandırdığı  “oksimoron” kelimelerden bahsetmek istiyorum. Zira adını Yunanca oxus (keskin) ve moron (aptalca) kelimelerinin birleşiminden alan oksimoron kelimeler de “zıtların birlikteliğinden” oluşmaktadır. Başka bir deyişle oksimoron kelimeler, birbiriyle çelişen, bütünüyle zıt iki kavramın bir arada kullanılmasıyla oluşan kelime öbekleridir. Örneğin istatistik derslerinde karşılaştığınız “sabit değişken” ya da ders seçerken karşılaştığınız “zorunlu seçmeli” gibi kelime öbekleri, zıtların birlikteliğini barındırması açısından oksimorondur. Ya da “özel halk otobüsü”, “kötü şans”, “sessizce haykırmak”, “yaşayan ölü”, “kaotik düzen”, “karşılıklı altruism” gibi ifadeler de zıtlıkların birlikteliği açısından oksimorona örnek oluşturur.

Aksoy, Kelimelerin Dünyasında Gezintiler kitabında sosyal medyanın tam bir post-truth yuvası olduğunu söylüyor. Buradan yola çıkarak sosyal medyanın aynı zamanda tam bir oksimoron yuvası olduğunu da söyleyebiliriz. Zira kendi alanımla ilgili yaptığım küçük çaplı netnografik araştırmalar kapsamında incelediğim yorumlar bile pek çok oksimoron örneği barındırıyor: “Korkunç güzel” (bir reklama yönelik yapılmış yorumdu), “ciddi derecede komik” (bir reklama yönelik başka bir yorumdu), “dehşet güzel” (bir reklamdaki ünlü kişiye yönelik yapılmış bir yorumdu) gibi.

Oksimoronun edebiyat sanatında da anlamı derinleştirmek ya da dikkat çekicilik sağlamak için sıklıkla kullanıldığını görebiliriz. Oksimoronun Türk edebiyatında edebi sanat olarak karşılığı tezattır. Örneğin Abdurrahim Karakoç’un Mihriban adlı şiirindeki “lambada titreyen alev üşüyor” dizesinde oksimoronun (tezatın) anlamı derinleştirme görevinde olduğunu söyleyebiliriz. Zira buradaki oksimoronla (alevin üşümesi) lambanın gazının bitmek üzere olduğu ama hâlâ Mihriban’ı düşünmekten vazgeçemediği vurgusu yapılıyor. Fransız şair ve yazar Victor Hugo’nun da ölmeden önceki son sözlerinin oksimoron barındırdığını görüyoruz:

“Siyah bir ışık görüyorum.” (Victor Hugo)

Post-truth döneminin oksimoronları, ne yazık ki edebiyatçıların oksimoron örnekleri gibi derin anlamlar barındırmaktan çok uzak. Zira “gerçek” anlamın bir hâyli esnetildiği, eğilip büküldüğü, artık gerçek anlamın ne olduğunun belirsizleştiği bir dönemin içindeyiz. Derindeki anlam yalnızlaştı; çünkü kimsenin umurunda değil. Bu yalnızlaşmayı kelimelerin yolculuklarında da görmemiz mümkün. Çoğu kişi günlük ya da resmi dilde kullandığı kelimelerin özünü, kökünün nereden geldiğini umursamaz. Böylece kelimenin kökü yalnızlaşır, kelime özdeki anlamından zamanla uzaklaşır ve farklı anlamları ifade etmek için kullanılır. Yalnızlaşma demişken tek kelimelik bir oksimoron örneğiyle yazımı sonlandırmak isterim. Bu oksimoron, bence post-truth dönemi insanlarının sanal topluluklar ya da kalabalıklar içinde fark etmedikleri veya kendilerine itiraf etmekten korktukları ya da fiziki dünyada sırf ondan korktukları için asla bir arada olmayı tercih etmeyecekleri insanlarla bir arada olarak zıtlıklar birliği oluşturabildikleri bir durum hâlinden oluşuyor: Yalnızlık.

İşte bu kelimenin “yalın-ız (yalnız)” kökünün birinci çoğul şahıs çekiminden tek kelimelik oksimoron doğuyor:

“Yalnızız.”

5 Şubat 2023 Pazar

Kısa Kısa~~Bilinçsiz İntihal Kriptomnezi Üzerine

 

Kişinin öğrendiği şeyin kaynağını unutup onu kendi fikriymiş gibi hatırlamasına kriptomnezi adı verilir. Kriptomnezi, Yunanca “gizli”, “saklı” anlamlarına gelen “kruptos” ve “hafıza”, “anı” anlamlarına gelen “mneme” kelimelerinin birleşmesinden oluşur. Söz konusu psikolojik fenomende kişi, daha önce bir yerlerde okuyarak, görerek, duyarak ya da dinleyerek öğrendiği bir şeyi unutup daha sonra hatırladığında bunun kendi fikri olduğunu zanneder. Dolayısıyla kriptomnezi, bir tür “bilinçsiz intihal” olarak da ifade edilebilir. Yani kişi, kaynağını unuttuğu fikri farkında olmadan aşırıp kendi fikri zannederek  bir anda Arşimet’in “euraka!” moduna geçer. Önünde sonunda fikrin gerçek kaynağı ortaya çıktığında ise kişi için sıkıntılı bir süreç başlayabilir. Zira kriptomneziyi bilinçli intihalden ayırmak pek de mümkün değildir.

Kriptomnezi, kaynağı unutma fenomenini ifade eden bir tür kaynak amnezisi olarak tanımlansa da tamamıyla kaynak amnezisi olarak bilinmemelidir. Zira kaynak amnezisinde kişi, fikrin kendisine ait olmadığının bilincindedir; fakat fikrin kaynağını unutmuştur. Bu nedenle söz konusu fenomende kişi kendisine,  “bunu bana kim söylemişti ya?”, “ben bunu nerede okumuştum acaba?” şeklinde sorular sorup durur. Kaynak amnezisine örnek olarak psikolojide “uyuyan etkisi” olarak ifade edilen fenomen verilebilir. Uyuyan etkisinde kişi, güvenilir bulmadığı bir kaynaktan aldığı dedikodu, söylem vb. herhangi bir bilgiyi zihninin derinliklerine atar. Zihinde kuluçkaya yatan, yani uyku moduna geçen bilgi bir süre sonra kişinin kaynağı unutmasıyla ve bilgiyi hatırlamasıyla güvenilir ya da inandığı bir bilgi hâline gelebilir. Dilimizde “çamur at, izi kalsın” deyişi tam olarak uyuyan etkisini tanımlar niteliktedir. Zira çamuru atan kaynak unutulsa dahi çamurun izleri kalıcı olabilir.

Kaynak amnezisi kişiler arasında daha sık gözlemlense de kriptomnezi fenomeni de özellikle, işi fikir üretmek olan insanların başına gelebilecek bir fenomen olarak ortaya çıkmaktadır. Peki siz daha önce hiç kriptomnezi fenomeni yaşadınız mı? Yorumlarda belirtebilirsiniz=)

Türk Dil Kurumunun Son Güncellemeleri Üzerine

Geçtiğimiz günlerde Türk Dil Kurumu (TDK), sözlükte birtakım güncellemeler yaparak bazı kelimelerin yazımını değiştirdi. Bu güncellemeleri b...